Kim, kimin gözünü siler bu dünyada; kim bilir!..
Gitmek nedir, ve kalmak hangisidir?.. Kalanlar mı teselli edilmelidir gidenin ardından, yoksa varan mı; geride bıraktıkları için?..
İşte nehir; öyle veya böyle geçeceksin karşıya!..
Bu, bilinen… Bilinmeyen ise; zamanı! Yani, kudurmuş bir nehrin, ağaçları ve kayaları ve keskin buz parçalarını; çocuk oyuncakları gibi sürüklediği zamanda mı düşeceksin suya… Yoksa, altın renkli bir ince kumda dinlenen, içine renk renk balıklar yayılmış, dizlerine kadar bile gelmeyen durgun ve berrak bir sudan geçmek için mi çekeceksin paçalarını?..
Vadi, aynı vadi!.. Nehir, aynı nehir!.. Geçilecek mesafe bile aynı!..
..aynı mı?..
Dinlerken yalnız değildim: Fatih civarında oturan yaşlıca bir hanımefendinin, vefatından sonra rüyada görüldüğünü anlatmışlardı…
-Nasıl orası, sana neler sordular?
-Rahatım yerinde, diye cevaplamış kadıncağız. Bana; dünyada iken filan kimseyi tanır mıydın, diye sordular. Ben de; tanımaz olur muyum, komşumdu, dedim…
-Ee, peki sonra?..
-Geç bakalım, sana başka soru yok, dediler!..
Ağabeyimizin kardeşi ve çok sevdiği arkadaşı… Kardeşimin eniştesi Şinasi abi, asıl memleketine dönerken herkes;
-Maşallah, güle güle, dedi ardından…
Eyy sözün bittiği, sesin sustuğu vakit; sen bazen ne kadar da güzelsin!..
İki eski dostum, iki yakın arkadaşım, birkaç gün arayla eniştelerini ahirete uğurladı; her ikisine ve sizlerle bizlerin bütün ölmüşlerimize Allahü teala rahmet eylesin…
Holding çalışanlarının pek çoğunun tanıdığı Şinasi Teşneli, Murat Başaran’ın eniştesi idi…
Hemen hemen bütün iş adamlarının terk ettiği Van’ın Bahçesaray’ına bütün bir ömrünü vakfetmiş, 75 yıllık hayatının son gününe kadar hiç istirahat etmemiş, karayollarından okullara, resmi binalardan köprülere, evlere dağılan su sistemine kadar akla gelen gelmeyen neredeyse bütün hizmetlere eli değmiş, müteahhit Faruk Orhan bey ise Ahmet Sırrı Arvas’ın eniştesiydi…
“Molla Ahmet Cüzeyri’nin divanını çok okurdu, bilge bir insandı, diye anlatıyor onu Ahmet Sırrı… İyiliğinin dokunmadığı insan yok gibidir. Çok gezmiş, çok görmüş, çok insan tanımıştı. Cenazesi de çok kalabalıktı. Yurt içi ve dışından çok sayıda insan geliyor taziye için. Günde 500 ila bin kişiye yemek yediriliyor; her gün 10’a yakın koyun kesiliyor da yetmiyor… Bu hal bir ay kadar da devam eder, binlerce Fatiha okunuyor her gün sadece yemekte. Sevilmeseydi, bunca insan, hem de Bahçesaray’a kadar yorar mıydı kendini?..”
Bu yazının başı sonu karıştı… Bir aydır, iki satır yazamadığım rahmetli Şahap Ayhan’dan da bahsedeyim. En yaşlı ressamlardandı. Çocukluğumda ilk gördüğüm gazetelerde bile resimli romanları vardı. Onun hakkında hep ilginç şeyler duyardım.
Ekonomik krizlerde çoğu kimse maaşını ilk önce kendisi almak için kuyruk yaparken Şahap abi, hemen işini teslim eder ve kimselere görünmeden kaçardı; “böyle sıkıntılı zamanlarda gidip para istemek bana ayıp geliyor” diyerek!..
…..
Yani dünya işte öyle de bitiyoor, böyle de… Öyle yaşayanlar, eh yaşamış oluyor… Ama böyle yaşayanların da ardından birkaç satır yazmadan olmuyor!..
Hepimiz için; sonumuz hayrolsun diye dua ederiz efendim, ve dua bekleriz…
Stop
Muammer Erkul
09 Haziran 2005 Perşembe