Gölgelenme çocuk
Bugün size hakikaten güzel bir yazı okutacağım
Ve bu yazıyı yazan arkadaşa da bilmem kaç yıl boyunca okulda öğretmenlerinin, bu yaşa kadar okuduğu kitapların, üstelik beş altı yıldır da maalesef benim öğretemediğimi, siz bu yazıyı okuduğunuz kadarcık zamanda “şıppadanak” öğreteceğim!..
Herkesin her şeyi bilme mecburiyeti yok…
Ama bazı kişilerin bazı şeyleri bilme mahkumiyeti var!
Bugün okuduklarınız hiçbirinize sert gelmesin.
Hiç kimse bilmiyorsa da ben biliyorum ki;
İnandığım bir koşucunun kan ter içinde didinmesini görürken, bir ucu ortaokul sıralarına diğer ucu da beline bağlı uzun lastiği kendisine göstermeye hakkım var… En çok da benim hakkım var.
Biliyorum; o da (sizler gibi) okuyacak, sizler de onunla beraber okuyacaksınız aynı satırları…
İyidiiir!..
Böylesi daha iyidir.
Çünkü bugün bir kişi, en azından bir kişi öğrenecek “ki” bağlacının”, “ki” ekinin, “mı, mi, mu, mü” soru ekinin, “da, de” bağlacının yazılışını.
Aslında bu bahsettiğim o kadar kolay ki…
Sadece “zor olduğunu düşünenler” zorlanıyor!
Şimdi, belli belirsiz “birkaç küçük ikaz” ile beraber, bu güzel yazıyı sizlere sunuyorum:
Gölgelenme çocuk
“Gölgeler niye uzuyor ki içimde?” diye sorabilirsin. “Yüreğim kadar açık bu hava da, (YUF SANA-1) bu bulutta (YUUU-2) neyin nesi? Ve hüzünler, yalnızlık kokan kollarıyla neden sardı şimdi beni?” diye merak edebilirsin…
Hüzünlenme küçüğüm!
Hayat hep günlük güneşlik değildir. Ara sıra gölgelerde (YUF-3) uzayacak içinde. Gül bahçen, gelincik tarlan gölgede kalacak arada sırada… Sen; sıradan hayatı hayal etme…
Hayattan beklentini yüksek tut.
Varsın, hayat seni yerlere düşürsün…
Yarın, “sen”sin…
Elinde bayrağın olmayabilir.
Birikimin olmadan yola çıkmış olabilirsin…
Ellerin de (YUHA-4) güllerde (YUF-5) olmayabilir.
Varsın, hiçbir şeyin olmasın yarına dair.
Sen; yarınsın…
Gönül dağlarının arasına diktiğin ve aşılmaz sandığın surlar aşılabilir… En güvendiğin kapıların, açılabilir içine doğru..
Niye buruklaştın be çocuk?..
Hayat, siyah beyaz fotoğraf olamaz mı ara sıra? Ve rengi kaçamaz mı günlerin?
Sen; gölgesiz hayatı hayal etme…
Hayattan beklentilerini esirgeme… Varsın, hayat seni yerlere düşürsün…
Yarın… Sensin…
Elinde geleceğin olmayabilir.
Yüklerini sırtlamadan yola çıkmış olabilirsin…
Ellerinde gelinciklerde (YUF-6) olmayabilir.
Varsın, hiçbir şeyin olmasın yarına dair…
Sen; yarınsın…
Ara da (YYUUUU-7) sırada canın sıkılabilir. Yanlış bir söz duyabilirsin, duymak istemediğin ve beklemediğin… Bir hareket seni duvarlara vurabilir, yerlere çalabilir…
Hayat devam edecektir, gölge düşse de (İŞTE DOĞRU) sınırlarına… Düşünebildiğin, her şeyi incesiyle tartabildiğin zamanlardır gölgenin, gölgeni yok ettiği vakitler…
Gölgeler düşünce üzerine, gölgelenme çocuk!..
Hayattan beklentilerini boşverme… Varsın, hayat seni yerlere düşürsün…
Yarın… Sensin…
Elinde garantin olmayabilir.
Cebinde yıldızların olmadan yola çıkmış olabilirsin…
Ellerin de (YUUH-8) “derya”lar da olmayabilir.
Varsın hiçbir şeyin olmasın yarına dair…
Sen; yarınsın…
Bu yuhalar nedendi?..
Adını yazmalı mıydım yazının sonuna, ha?..
Peki yazmıyorum.
Ama bil ki; yarın kitabını yayınladığımızda veya doğru düzgün bir yayın organında yazmaya başladığında “adını gizleyen bir Muammer” olmayacak yanında!..
Veya, şu andan itibaren “adını gizleyen bir Muammer olmamasını” sen kendin tercih edeceksin…
Bunu yapma.
Ama yaparsan da unutma ki; şu kadarcık bile umurumda olmaz!..
Derim ki; kendi yolundaki zorluklarla didişmeyi hazmedemiyormuş henüz. Yazık!.. Halbuki ben onun geçebilmesi için köprü olmaya, ray olmaya niyetlenmiştim…
Benim için mühim olan şu:
Seni benim kadar sevmeyenlerin, yarın senin ismini alay konusu yapmamaları…
Bugün bir diken battı eline;
İyi oldu!..
Çünkü onu bugün sen kendin çıkaramazsan ben yardım ederim veya başka birileri…
Ama yarınlardaki “Voyvoda’lar” kazıklarını şimdiden yağlamakta!..
Haberin var mı?..
Biri de az önce; “Sen hepimizi edebiyatçı mı yapmaya çalışıyorsun?..” diye düşündü…
Yoo, böyle bir çabam da “gücüm” de yok, keşke olsaydı…
Biliyorum; her bir oltaya, koooskoca denizde bir tek balığın takılacağını!..
Ve biliyorum oltaya gelen balığın haşlanacağını, pişeceğini, yağ içinde kızaracağını…
…Ama sonunda, beslenmek isteyen insanlara “gıda” olacağını!
Merak edenler vardır. Şimdi tekrar dönelim mi yazıya?
Noktalarda, virgüllerde veya seçilen kelimelerde hata vardır yoktur, konumuzun dışında. Ama her “yuha” bir anlam bozukluğuna konuldu.
Ayrı yazılan “da”lar “de”ler “dahi” manasına gelir. Yani her “dahi” ayrı yazılan “de” ve “da”larla ifade edilebilir.
Bu çok kolay. Ömrünüzün on saniyelik dikkatini verin öğreneceksiniz.
Birinci ve ikinci “yuf”lar şunun içindi:
Yüreğim kadar açık bu havada (dahi, bile) bu bulutta (içinde, dahilinde) neyin nesi?..
Bu değil ki anlatılmaya çalışılan… Şu:
Yüreğim kadar açık (olan bu güzel) havada, (hayrettir) bu bulut da neyin nesi?.. Görüyorsunuz, ayrı veya beraber yazılan bir hece bile manaya takla attırıyor!..
Üçüncüsü şunun içindi:
Arasıra gölgelerde uzayacak içinde…
Burda yazılan şekliyle; “dahil, içinde, beraberinde vs” manaları çıkıyor ki, yanlış…
Halbuki; “Ara sıra gölgeler (bile, dahi, tabii ki) de uzayacak içinde…” Olmalıydı değil mi?
Dördüncü ve beşinci yuhalar ise şu cümleyeydi:
“Ellerin de güllerde olmayabilir.” Bu yazılışla anlatılan şu:
(Bazı durumlarda, bazen) ellerin de (bile, dahi) güllerde (güllerle beraber, içinde, üzerinde) olmayabilir.
Halbuki anlatılmak istenen; “güllerin bazen avucunda olmayabileceği” gerçeğiydi…
Yani şu kadar kolaydı yazılışı:
“Ellerinde güller de olmayabilir.”
(Sekizinci ikaz da bunun aynısı.)
Altıncısının doğru yazılışı şöyle:
“Ellerinde gelincikler de olmayabilir.”
Yedincide “da”yı anlamsızca ayırmış olmak tamamen alakasız olan “aralık-boşluk” manasını çağırıyor…
Yine başka bir anlam olarak “aramaktan” bahsediyor, sanki “ara da belki bulursun”daki gibi…
Halbuki; “Arada sırada (bazen) canın sıkılabilir” oluverecekti…
Eveet, arada sırada canımız sıkılabilir… (Belki de şimdi olduğu gibi!)
Ben de haftada bir tırnaklarımı kesmeye uğraşırken canım sıkılıyor… Ama biliyorum ki önünde sonunda mutlaka keseceğim tırnaklarımı!.. Hem de bunu yine ben, kendim yapacağım. O zaman diyorum; “Neden bunca pisliği parmaklarımın ucunda daha fazla gezdireyim ki?!..”
Hadi şimdi siz şu yazıyı tadını çıkara çıkara yeniden okuyun…
——————————————————–
İMZA GÜNÜ
4 Aralık Cumartesi (bugün) saat 13.00’ten sonra Çemberlitaş FKM’de (sinemanın üstü) hem de MURAT BAŞARAN ile birlikte imza, tanışma, kaynaşma, sohbet günümüz var.
İmzalanmış BUL BENİ’lere ve SEVMEK ÖLMEKLE BAŞLAR’lara sahip olmak isteyenleeer…
Programınızda yer açın.
Muammer Erkul
Soru:
Bir yaşında da on yaşında can taşınır…
İki yaşındaki de yirmi yaşındaki de insandır.
Üç yaşındayken de otuz yaşındayken de sevgiye layıktır insanlar…
Ama; birinin kendisi bile başkasına emanet edilirken, diğerine neden vatan emanet edilir?..
Biri salondaki halının ortasına kaçırdığı halde şefkat ile teselli edilir ve temizlenirken, diğerinin, tuvalet deliğinin kenarında bile pislik unutmaya neden hakkı yoktur?..
Bu tuhaf mı sizce?..
Değil tabii ki. Çünkü;
İnsanlar “büyüdükçe” sorumlulukları artar!..
Ve “aileden birileri” de nabza göre şerbet verme mecburiyetindedir!..
İlmi olmayan kimsenin, dünyada da, âhirette de hiç kıymeti yoktur.
(Ahmed-i Bedevî)
4 ARALIK 1999 CUMARTESİ
26 Şa’ban 1420
*Rûmî: 1415-Kasım: 27
*12. ay, 31 gün, 48. hafta. Yılın 338. günü-Kalan gün: 27
*Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kuruluşu (1877)
*Hava kirliliğinden Londra’da 3 hafta içinde 4.000 kişinin ölmesi (1952)
Stop
Muammer Erkul
04 Aralık 1999 Cumartesi