Gölgeni gördüm…
(Ben, saymayı Arnavut kaldırımlarında öğrendim)
Siniyordu şehir ve sis gibi yumuşacık ama kararlı bir şekilde iniyordu akşam… Akşam iniyor, şehir siniyor ve herşey siliniyordu sanki!..
…..
Sayısız evler vardı rengarenk, güneş altında parlayıp duran… Peki, soğuyan bir ölü gibi matlaşıyorken şehrin yüzü, renkler nereye gidiyordu?..
Ben, şimdi derin sokakların içine, çamur rengi havayı soluyarak; sanki kaybolmak için, ve sanki boğulmak için giriyordum!..
Karanlık, her an artan yorgunluğuyla; bastonuna dayanan bir ihtiyar gibi, elini enseme bastırıyordu sanki…
Yürüyordum; boynuma kadar kimsesizliğe batmış olarak…
Nefessizliğim demek belli oluyordu ki; öksüren bir fukara çocuğuna acıyarak bakarken kendi çocuğunu düşünen anne gözlerine benzeyen “pencereler” görüyordum…
Bana bakıyor, ve kendi “çocuklarını” düşünüyorlardı!..
Ben, yere bakıyordum.
…..
Ben, zaten saymayı bile böyle, yerlere bakarken öğrendim!
Ben, saymayı Arnavut kaldırımlarında öğrenmiştim; on tane fasülyem bile bulunmadığı zamanlarda!..
Silinen şehrin, silinmemeye direnen evlerinin bulunduğu sokaklarda… Hani, Arnavut kaldırımlarına, iri mektup pulları gibi sarı ışıklar yapıştıran pencerelerin önünden geçerken…
Yola dökülen bu güzel ışıklara basamazdım korkudan…
Sanırdım ki; ayağım değerse murdar olacak…
Ziyan olacak bir parça ekmek gibi… Ve gül ağacının altına bile süpürülemeyecek, ve kırıntılarını serçeler bile yiyemeyecek!..
Ben önce yolumdaki taşları saydım…
Sonra, Arnavut kaldırımlarında tıkırdayan adımlarımı!
Sonra, hiç birine başımı kaldıramadığım pencerelerden dökülen sarı ışıkları saydım yerde, pul pul…
Sonra bir başka pencerenin ışığını gördüm
Ama, açılmış bir pencereydi bu, ve önümü aydınlatıyordu ışığı…
Ve ışığın ortasında;
Gölgeni gördüm!..
—————————————————–
Yok canım, bu “o” değildir…
Çok fesatsın be abi, bu resim şimdi niye “SİYASİ” olsun ki?..
“-Aa, işte o!..
Elinde torbalar dolusu vaadlerle gelirken, devleşen problemler “hönk” diye toslamıştı ya karnına..” diyerek çığlıklar atmak da ne oluyor ki şimdi?..
Sana inanmıyorum işte; bu, “o” değildir… Ama, bir yandan da aklıma gelmiyor değil hani o şey resim mi, boya ile mi yapılmııış, yoksa gerçekten bizimki mi yapışmış kalmış öylece…
Heey!.. Bana bir tıraş bıçağı getirsenize…
Kazımaya çalışalım şunu da, bakalım neymiş aslı astarı!..
Stop
Muammer Erkul
25 Ekim 2001 Perşembe