Ben bahçe kapısından dışarı çıktığımda, o el arabasını sürerek aşağı iniyordu…
Gözleri bir hoş ama sıcacık bakar. Arabayı yolun ortasına, öylece bıraktı. O bana doğru, ben de ona doğru yürüdük…
Kollarımızı açtık, sımsıkı sarıldık birbirimize… Öpüştük…
“Komşu, dedi… Seni çok özledim ben. Ölürüm kalırım diye korktuydum, görüşemeden…”
Yüzünde ve teninde beyaz lekeler var. Güneşte çalışmak dokunuyor diye, yanında hep şemsiye taşırdı. Sorduydum, öyle söylemişti…
Hiç de boş durmuyor, beni de çalışırken göre göre sevmişti…
-Ben seni aradım kaç kere Mehmet amca, dedim. Bir türlü görüşemedik. Aslına bakarsan sık gelemedim, bu sene böyle oldu… Nasılsın?..
-Hastalıklarla boğuşuyoruz be oğlum, dedi. Anne de hasta, biliyorsun. Ben de inşaatla uğraşıyorum…
-Gene mi?..
Güldü. Dudaklarının arasındaki sigara ufalmıştı. Sonra konuyu değiştirdi:
-Gittiğin yerde iş bulabiliyor musun kendine?
-Aynı, dedim. Ben buradayken de ordayken de aynı, hep bilgisayarla yazıp, internet dedikleri şey var ya, öyle gönderiyorum işte yazdıklarımı…
-İş var yani… Güzel… Senin gazetenin adı ne?..
-Türkiye…
-Adın da çıkıyor mu onda?..
-Çıkıyor…
-Benim adımı da koysan ya bir gün. Ne diye koysan olur. Ben senin selamını alırım, o bana yeter… Benim adım Velimeşe’li Mehmet Ekinci…
-Olur, dedim. Koyarım inşallah. Hem dua eden olur sana da, bana da…
-Tamam… Ben şimdi aşağı gidiyorum, gübre lazım oldu da biraz, şu el arabasıyla alacağım… Unutma, soyadım Ekinci…
Dünyayı fethetmek mümkün;
Bir insanın gönlünü daha fethederek…
Öyle değil mi?
Tanıştığımız sıralarda;
-Ben senin Nihat amcanı tanırdım, iyi adamdı rahmetli, demişti Mehmet Usta. Öyle tanışmıştık. Buralara nerelerden geldiğini anlatmıştı.
O bana köklendirdiği güllerden vermişti üç beş tane, ben de ona torbada yetiştirilmiş bir köknar fidanı…
Bahçesinin köşesinde çeşitli sandıklar, kutular içinde yüzlerce (sanırım beş yüz taneydi) çubuk halinde tutturduğu gülleri göstermişti bir gün de. Çocuk gibi seviniyordu…
-Bunları camilere ve Kur’an kurslarına vereceğim, bahçelerinde açacak mis gibi, demişti… Sonra da eklemişti:
Pek öyle hayır, ibadet filan yapamadık bu zamana kadar. Ama artık gidiyorum camiye. Bir de bu güller açsın, bak ne güzel olacak…
İkimiz de birbirimize bakıp bakıp sevinmiştik o gün.
Bir gün, yanıma sokuldu; ağladı ağlayacak, o halde…
-Ne oldu? Dedim…
-Bütün güller yandı, dedi… Biri tavsiye etti, ben de koyun gübresi koymuştum, kuvvetli geldi ve hepsi yandı…
-Olsun, demiştim. Yeniden tutturursun…
…..
Sonraki yıl ve sonraki yıl hep onu bahçede gördüm, hep bir şeyler yapıyor, hep gül çubuklarıyla uğraşıyordu…
Gençliğinde uzak kaldığı camilere; renk renk, koku koku gül fidanları yetiştirmeyi kendine bir vazife edinmişti…
Stop
Muammer Erkul
17 Haziran 2007 Pazar