Güneş batmaz, biz kalırız gölgede [01 Mayıs 2003 Perşembe]

Efendim, soruyorsunuz.
"Şimdi hocam(!), siz ki İstanbul tutkunusunuz. Sizin İstanbul’u sevmenizdeki en önemli unsur nedir, ya da nelerdir" de diyorsunuz, mektubunuzun nihâyetinde…
Lâkin… Sözümüzün bir ehemmiyeti olmalı ki; sual edildiğinde cevap verilsin!.. Sizler, tabii ki hatırlamazsınız,,, da biz genç iken, İstambôl’de bir tek motörlü vasıta dahî yoktu ki, satırlarınızda şehri "şehr" olmaktan çıkardığını imâ ettiğiniz arabaların verdiği kasveti idrâk idelüm… Bizler, çift kandilli faytonlar ile gidip gelir idük Bab-ı âlî semtine. Matbua hâneler de evvelâ o civarda açılmış, ve kalem sevdalıları da o mekânlara yakın bağçelerde hasbihâl ider olmuştu…
Yani, nereden bilelim biz sizin; güneşin "batmadığına" vâkıf olduğunuzu, henüz biz yeni öğrenmişken; ve cihân padişahına hediye olarak süt ve peynir getiren dağlı çoban misâli, "en yeni, değerli bilgimizdir" deyip, ortaya koymuştuk!..
Büyük olan; kusuru yüze vurmayan ya, efendim… Affola…
Yani, güneşin hareketlerini "coğrafya dersi" diye söylememiştik!.. 

Hâzin-i hazînenin hüznünü anlatsın şu hazîn misâl…
Çağırılır karşı kıyıya, ve denir ki, hazîne nâzırına;
"Sen ki hâzin-i emînsin, haznedârısın, bekçisisin kıymetli olanların. Bunca zemân, kuşağında saklıdır ele geçmez anahtar… İşte, senin için gün bugün; bundan gayrı senindir, belindeki anahtarla kavuşulan altınlar!.."
Hazînedâr, sevinçten koşarak gider sahile… Uçmak gelir ya içinden; uçamaz, ve biner kayığına karşıya geçmek için. Fakat…
Suya düşer kuşağından, anahtar!.. 

Şimdi, ihsân sahibi sultan bir kıyıdadır, kalede kilitli altınlar diğer kıyıda… Hazinenin yeni sahibi; iki kıyı arasında…
Peki ya, anahtar?.. Birkaç kulaç aşağıda!..
…..
Ey hüzüüün; hangi hazîn masallardan esersin?.. 

Hakikatleri "yitirdiğimiz zaman" karamsar oluruz ya, halbuki onlar orda vardır hâlâ, da biz boz bulanık olmuşuzdur restorasyon tozundan…
Veya, kararmışızdır gecelere dolanıp!..
Ama aydınlık da, karanlık da aynı dünya üzerine sarılııııp durmaktadır, dünya ve güneş var olalı beri… Değil mi? 

Desem ki şimdi; bir zamanlar "kızgın birer adam" demekti benim için her ayna;
"Hangi ayna?.. Ben o aynalardan görmedim" denmesinden korkmayız… Ama, gelip de "bize" toslayan bu soru büyüktür, biliriz. Çünkü büyük mânâları yüklenip gelir!..
Yani, bana sorma, kendine sor eeeey yaar; "KİM" olmasa, olamazdı İstanbul?..
"İstanbul yoktu sen olmasaydın", kime dense böylesine yaraşır?..
Ve neden İstanbul böyle alaca bulacadır; yani niye birimizin İstanbul’u karanlık, birimizin eflatun, birimizin ıslaktır?.. 

"Güneş batmaaaz, biz gölgede kalırız!.." Demiştik de, bunca lafı bu "anahtar" açmıştı… Günaydın yâar ve günaydın, cânlar…
Günaydınlarımızdan anlamayanlara;
İyi uykular!..

Stop
Muammer Erkul
01 Mayıs 2003 Perşembe

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir