Hatıralar Sokağı (ÇALINAN BEL ÇANTASI – Fahriye Erdoğan)

Babaanneniz bu gün size, evvel zaman içinde diye başlayan bir masal anlatacak.
Haydi işi gücü, kafanızdaki sorunları, soruları bırakın ve dikkatlice dinleyin. Çünkü bu masal gerçek.
Bu masal sevgi ailesini anlatıyor. Bu masal sevginin nasıl yüce olduğunu. Sevginin nasıl yürekte taşındığını anlatıyor. Bu masalın kahramanı sevgi kalesinin muzaffer komutanı, Muammer Ekul’la başlıyor. Muammer Erkul’la bitiyor.

Gelelim masalımıza, bir varmiş, bir yokmuş demek yok.
On yıllar, önce…
"Abla, hafta sonu yokum. Velimeşe’ye gidiyorum…"
Faks hazırlamıştım. Artık pazartesi çekerim.
Telefon konuşması veda sözleri ile bitiyor…

Gece 23 30…
Ablanın ev telefonu çalıyor.
"Alooo, diyor telefondaki yabancı bir adam. Hanımefendi, sen Muammer beyin ablası mısın?.."
Şaşırıyor, hem gece yarısı çalan telefona, hem arayanın tanamadığı bir adam olmasına, hem de böyle bir saatte bu numaradan Muammer’in aranmasına…
"Evet, evet. Ablası sayılırım" diyor. Diyor ama bir yandan da içine kocaman bir ateş düşüyor… Çünkü vedalaşmışlar kendisiyle ve o da çoluk çocuğu doldurmuş arabaya yola çıkmış. Başka haber de almamış…

Şaşkınlığı geçer gibi olurken, akıl edip soruyor;
"Sen kimsin kardeş, diye soruyor. Neden soruyorsun?.."
"Tamam, diyor adam… Zaten ablası olmasan bu defterde adın olmaz. Bak işte Fahriye abla yazıyor. Onun için aradım zaten…"
Bu defa iyice şaşkın
ve telaş içinde soruyor abla:
"Ne var, neden sordun Muammer’i, ne istiyorsun?.."

Aklından kötü şeyler geçiyor ablasının. Yola çıktığını biliyor ya. Toparlanmaya, dualar etmeye başlıyor içinden; inşallah kötü bir haber almam, diye.
Adam nihayet ağır ağır, sanki saatler geçer gibi derdini anlatıyor:
"Ben falan yerde dönerci ustasıyım. Muammer Erkul diye birinin çantasını buldum. İçine ehliyet, ruhsat ve bir de telefon defteri var. Sana telefon açtım ablasısın diye. Bir zahmet söyle de gelsin alsın…"
Adresini de veriyor…

Evet Muammer yol kenarında, bir banka önünde park ediyor. Küçük bir işi var, sadece cüzdanını alıp bankaya gidiyor.
Hava sıcak… Hava girsin diye camlar açık… Eşinin kucağında ise zaten çocuk var… Bu sırada biri arabaya yaklaşıp ısrarla ona bir şeyler soruyor. Sonra uzaklaşıyor…
Birazdan Muammer dönüyor…
İstanbul’dan aayrılıp, yaklaşık bir saat sonra otobandan çıkacakları sırada, (içinde ehliyet-ruhsat filan olan) bel çantasını istiyor Muammer. Eşi ise "bende değil ki, bana vermedin" diyor…
Bel çantsının ön camda olduğunu, ve birinin gelip onu lafa tutarken, diğerinin şoför camından içeri uzanıp, ön camda duran bel çantasını kaptığını anlıyorlar…

Hırsız, kaptığı çantanın içinde umduğu bir şey bulamayınca dönercinin yakınında bir yere atıyor.
Yüzlerce telefon numarası yazılı olan deftere Fahriye Erdoğan değil de "Fahriye abla" diye yazılı olan telefon numaram dönercinin dikkatini çekiyor, bana ulaşıyor…
O andan sonra ise babaannenin kabusu başlıyor. Çünkü cep telefonu filan yoktu köşemiz Türkiye Gazetesi’nde başladığı yıllarda…
Uykusuz ve merak dolu saatlerle gece geçiyor…
Bu arada Muammer’in apartman komşusuna da telefon ediyor. Belki telefonu vardır diye. Komşu da bilmiyor, sağa sola haberler bırakıyor…
Sonunda ulaşıyor Muammere, sabah saatlerinde… Hemen soruyor:
"Bel çantanı mı kaybettin?"
"Evet, nerden biliyorsun?" Oluyor cevap…
En önemlisi ise yolda trafik tarafından çevrilmiyorlar. Ehliyet ve ruhsat yok çünkü yanında.

Masalın sonu geldi.
Muammer gitti dönerciyi adresinde buldu. Çantasını aldı. Ama döneri kendi yedi. Yerken ablası aklına bile gelmedi… 🙂

Hatıralar hayatımızda ne kadar önemliymiş.
Hatırladıkça duygulanıyor insan benim yaşımda…

Daha neler var kim bilir sevgi dağarcığında sevgi ailesi ile paylaşılacak.
Hatırladıkça yazmaya çalişacağım…
Dönercinin yalnız beni araması, defterde "ablam" diye yazılmış olmam, sevginin ne kadar içten olduğunu anlatmıyor mu, ne dersiniz?..

Fahriye Erdoğan

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir