Ne istersiniz bugün?.. Yani nasıl bir yazı beklersiniz benden?..
Gözünüzü kapatın ve düşünün…
“Canınıza” sorun yani, ne istediğini…
Ve gözünüzü açıp bi bakın; hoop!.. Arzuladığınız “yemek” en lezzetli ve en hoş kokular saçar biçimiyle tabağınızda…
…..
Olur mu olur… İşte, şekilde görüldüğü gibi; ayynen, “bol kepçe lokantası!..” Var mı başka bizim gibi, bilmiyorum. Gazete akşamdan basıldığı halde, adam kalkmış… Yani oturmuş da; “bugün ne okumak istersiniz burada” diye yazıyor…
Cevap versen ne olacaak, cevap vermesen ne değişecek?..
Hıı?..
…..
Bu işin güzel tarafı da bu işte, biliyor musunuz…
Sizinle “konuşuyor” olmama rağmen, ben laflarımı bir gün önceden söylüyorum…
Kızan var mı bu duruma?..
…..
İyii, o da sizin probleminiz!
…..
Bana müsaade, ben “konuşmaya” devam edeyim birazcık daha…
Ne diyorduk?..
Diyorduk ki; bu gün hangi lezzeti tadmak istersiniz?..
Tadmak mı, tatmak mı doğru?..
-Bilmiyorsan kitaba bak.
Olur… Bidakka…….
Hah, işte: “Tat, tatma, tatmak…”
Kitaba bakmak ne güzel, takıldığın durumlarda.
İşin sırrı da bu, bilen var mı?.. Benim sırrım da bu;
“Bilmiyorsan kitaba bak…”
…..
Bazıları misafir gittikleri konaklarda tuvaletin yerini sormayı bile gururuna yediremiyormuş!..
Bu bilgi senin bilmen gereken birşey değildi ki… Halbuki sorsaydın, ordaki dört yaşındaki çocuk bile götürebilirdi seni “oraya”, elinden tutarak.
Lorel-Hardy (burda da y mi vardı i mi vardı şimdi) filmlerinden biri bu konu üzerine kurulmuştu… Film sessizdi. Ses sadece izleyenlerden çıkıyordu; “kah hah haa” diye…
…..
Ayakkabı tamircisi Murat amca mahallenin çocuklarını toplayıp kurardı makineyi ve bir sessiz film gösterirdi bizlere… (Öldüyse Allah rahmet eylesin… Yaşıyorsa 80’inin üstündedir.)
…..
İşe bakar mısınız; mahallede bir ayakkabı tamircisi var. Her sabah Kanlıca’dan geliyordu galiba İncirköy’e… Yaz günleri bütün çocuklar toz ve ter içinde… Yeni bir film aldığı veya bulduğu zaman birimize sesleniyor, kısa zamanda mahallede ne kadar çocuk varsa toplanıyor… Biri perdeyi kapatıyor, diğeri sinema makinesinin kurulmasına yardımcı oluyor…
Biraz sonra film başlıyor, duvara asılı beyaz perdeciğin üzerinde…
İyi adamlar, diğerleri için neler yapardı eskiden…
(Biz de eskiyor muyuz ne burda?.. Bu yazıyı yazdığım gün, yani dün doğum günümdü… Yedinci senedir, yazıyorum yazıyorum bıkmadınız siz de yani!.. Öbür taraftan bakınca da inanamıyorum; hâlâ Banu Alkan, Oya Aydoğan’dan genç ve ben de Banu Alkan’dan gencim!..)
Şimdi, salonumdaki muhteşem bir “benjamin”i seyrederken düşünüyorum; İyi adamlar her dönem lazım, gerçekten…
Bir de kötü adamdan bahsetmemi mi istiyorsunuz?..
Mustafa Demirhan…
Bu gece gene karşımızda olacak, Zor Hedef’te…
Geçen hafta çuvallamıştı ya; Galata Kulesi’ni uçurmaya çalışırken…
Bir “Hazerfen” diyor, bir “Hazerfân” diye dolduruyor ağzını…
Ne olmuş şimdi, yabancı ve “YERLİ turist”lere, şu yeryüzünde “ilk uçan insanın bir Türk olduğunu” öyle veya böyle bir kötü adam öğretmişse?..
Hiiç…
Şöyle veya böyle, tanıtım tanıtımdır…
Bu akşam 20.30’daki Zor Hedef’ten nasıl bahsedecektim ki şimde ben; “kitaba bakmayı akıl edemeyen” kötü adam Demirhan, ilk uçan insan Ahmed Çelebi’nin adını “HEZARFEN” olarak doğru telaffuz etseydi. Hıı?
Lûgat diyor ki; Hezâr: Bin. Pek çok, demek. Hezâr-fenn: Çok bilen, bir çok san’atı birden çok, yüksek derecede yapabilen kişi demekmiş!..
…..
Ohh, rahatladım şimdi… Bu ukalalığı da yapmış oldum ya!..
Aaa, şu lafa bak; nereden nerelere geldi!..
Halbuki ben nerde girmiştim “onun” koluna, baksana şimdi nerdeyiz?!.
İyisi mi ben size, sevgili Nur Sağlam’dan gelen “Hayatın güzel yanları”nı aktarayım da çenemi kapatayım…
……..
Aşık olmak
Yüz kaslarınız ağrıyana kadar gülmek
Sıcak bir duş almak
Özel bir bakış
Mail almak
Manzaralı bir yolda araba kullanmak
Radyoda en hoşlandığınız sanatçının şarkısının çalması
Yatağınıza uzanıp yağmurun sesini dinlemek
Kurutma makinesinden yeni çıkmış bir havlu
Satın almak istediğiniz kazağın % 50 indirime girdiğini görmek
Uzaktaki bir arkadaşınızla telefonda konuşmak
Köpük banyosu
Kıkır kıkır gülmek
Güzel bir sohbet
Kumsal
Geçen kış giydiğiniz montun cebinden on milyon çıkması
Kendinize gülmek
Gece yarısı saatlerce telefonda konuşmak.
Su fıskiyelerinin arasında koşmak.
Durup dururken gülmek.
Yanınızda size güzel olduğunuzu söyleyen birinin olması.
İlk aşk.
Hakkınızda güzel sözler söylendiğinde kulak misafiri olmak.
Uyanıp daha uyuyacak bir kaç saatiniz olduğunu farketmek.
İlk öpüşme.
Yeni arkadaşlar edinmek.
Eski arkadaşlarınızla zaman geçirmek.
Yavru bir köpekle oynamak.
Oda arkadaşınızla geceyarısı sohbetleri.
Güzel düşler.
Arkadaşlarınızla araba yolculuğu yapmak
Sevgilinizle yorgana sarılıp iyi bir film seyretmek.
Çok hoşlanacağınız bir konsere gitmek.
Çekici bir yabancıyla bakışmak.
Çikolatalı kurabiye yapmak.
Sevdiğin insana sıkıca sarılmak.
İstediği armağanı alan kadının yüzündeki ifadeyi görmek.
Güneşin doğuşunu seyretmek.
…..
Gördünüz mü, neymiş hayatın güzel yanları?
İyi, öyleyse;
Hadi bana BAŞBAŞ…
Size de iyi haftasonları.
(Yani korkmayın, kimsenin zannettiği kadar “büyümedim” henüz!..)
Stop
Muammer Erkul
27 Ekim 2000 Cuma