Ben, mecbur kalmadıkça ceket giymem. Ne zaman mecbur kalırım peki?.. Evlendikçe mecbur kalırım(!), program dahilindeki toplantılara katıldıkça mecbur kalırım… Bir de okul zamanlarında bazen mecbur kalır… (dım)…
…..
Bu sabah aceleyle blucinimi çektim altıma, bisiklet yakalı ince bir bordo kazak geçirdim üstüme, peki daha üstüme?.. Orda, dolabın tam köşesinden, bana her gün boyun büken bir ceket var ya; yeşilin pastel tonlarında, kışlık… Onu giydim. Saçlarım uzamış ve hafiften ıslatmışım, üç dört haftadır kesmediğim sakal ve bıyığım havamı değiştirmiş… İki “psst, pst” da koku, üff!.. Dedim ki; acaba şimdi, sarı saçlı bir başak endamında mı, yoksa ışıl ışıl bir kıvırcık zeytin havasında mı bir yol arkadaşı gider yanıma?..
Aman Allah’ım, inanamıyorum bunca laf ettiğime… Alt tarafı; uzun zamandır giymediğim ceketimin cebinde, 99’un Mart ayındaki seminere ait bir biletin kenarına yazdığım notu bulduğumu söyleyeceğim!..
Nottaki birkaç satır “hazine haritasına pahalı demek”ten bahsediyor… Ortalama bedelleri hatırlatıyor ve şunu soruyor:
“Haritayı almak mı pahalı, yoksa aslında sembolik olan bedelleri ödememek uğruna, bulunduğun noktada kalmak mı?”
…..
Haritaların bedelleri pahalı değil gerçekten;
“Gerçek olan” haritaların tabii ki!..
“Burda kalmak çok mu ucuz?..” sorusunun aklına gelmemesi için insanın ne kadar küçük olması gerekiyor değil mi?..
Belki de; “Ben sırtımda, kitap dolu çanta taşıyamam” diyen çocuk kadar… Hani sonra da, ömrünün sonuna kadar sırtında bir “hamal semeri” ile gezen çocuk kadar!..
…..
Büyüklük taslayanların nasıl da burunlarından damlıyor gururları, değil mi?..
Eski yeşil ceketimin açtığı konulara bak şimdi. Neymiş; cebinden bir pusula çıkmış… Ceketsen, ceketliğini bil; kapa çeneni!.. Yok, illa ki soracak;
“Gerçek nedir, harita kimdedir?..”
Gerçek; Ağzı çeşmeye bağlı olan hortumun diğer ucundan akan sudur; elinde kürekle yeryüzünü eşeleyip, yeterince derine inerse etrafa su bile dağıtacağını vâdeden adamın hayalî kuyusu değil!..
…..
Harita da harita değildir aslında, târiftir. Hem öyle bir târiftir ki;
Şefkatli anne dudaklarından, muhtaç olduğunu hissettiren yavru kulaklarına fısıldanan…
…..
Haritayı korsanlar da satabilir; ama târifi “bilenler” yapar…
Hangi yollardan, hangi vasıtalarla geçileceğini… Ne kadar zaman sarfedilip, hangi bedellerin ödeneceğini bilenler yapabilir ancak tarifleri…
Öyle değil mi?..
Özet mi lazım bir de, yarım karışlık yazıya? Peki…
Güldür güldür akan çeşmeye sımsıkı bağlanmış olan hortuma yapışmak, suyun aslına kavuşmaktır…
Kuru toprağın başında debelenen soytarı, hem kendini hem de kendine inanan zavallıları mahvedebilir!..
…..
Aklın işi; tarihin içinde, tarifi doğru aktarmış olanları bulmak…
Ayakların işi; karınca adımlarıyla bile olsa o istikamete doğru yürümektir…
Kendi dev adımlarıyla gururlananlar; kendi dev adımlarıyla kendi kendilerini “aksi istikametlere götürüyor olma ihtimallerini” hiç düşünmezler mi?..
Aklın işi; doğru “satıcı”yı bulmaktır…
Bu tarif, bu harita içinse; hiçbir bedel pahalı değildir!..
Stop
Muammer Erkul
28 Kasım 2001 Çarşamba