Her soru bir ağrıdır…
O gün onu ben götürmüştüm muayenehaneye. Doktoru şikayetini sordu. Anlattı annem.
…..
Uzun bir sessizlik oldu. Sonra önündeki dosyaya bakıp nefes alan doktor kesin bir ifadeyle;
“Bir daha bu tekrarlanırsa, sizi hastam olarak asla kabul etmem, dedi…”
Biz anlamamıştık. Özellikle de ben hiçbir şey anlamamıştım, anneme baktım sadece…
Doktoru şöyle devam etti;
“Ben size (dört ilaç ismi saydı)… vermiştim. Bunlardan ikisi o günkü şikayetleriniz içindi.
Üçüncüsü sizin o gün bilmediğiniz, ama benim, öğrendiklerime ve tecrübelerime dayanarak ardından geleceğini bildiğim (şimdiki şikayet)… için, son ilaç da genel durumunuzu düzenlemek içindi.
…..
Anlaşıldığı üzere; ilk sıkıntı hissedilmez olduktan sonra verdiğim diğer ilaçlar kullanılmamış!..
Doğru mu bu?..”
“Doğru!..” Dedi annem.
“Öyleyse, her şeye yeniden başlayacağız; eğer tedavi programının düzenini bozmayacaksanız!..
Hepimizin bilmesi gereken şu ki; hekim, kendisine güvenmeyen hastayı tedavi edemez!..”
İşte şimdi aklıma, yaşadığım zaman beni çok şaşırtmış olan, eski bir hatıra geldi…
…..
Komşu köyden biri gelmiş, dedemden aldığı ince kitabı getirmişti. Cevizin altında oturdular.
“Bir sorum daha var” dedi misafiri. Dedem;
“Buyur, sor!..” dedi ama, soruyu aldığında hemen cevap vermeyip, sustu.
Dedi ki:
“Her soru bir ağrı gibidir…
Her cevapsa bir ilaç!
Bir hekim, söylediği ilacı kullanmayan hastasının şifa aradığına inanır mı?..
Sen, verdiğin yemeği yemeyenin açlığına inanır mısın?..
Buz kesti ortalık!
Sonra can acıtmayacak kadar yumuşak… Ama söylediğinden emin olduğunu belli edecek kadar da kesin bir ifadeyle;
“Ben, geçen gelişindeki sorunu çok kısa olarak cevapladıktan sonra… Birinci bölümündeki geniş izahını gösterdiğim, ama üç bölümünü birden okuduktan sonra bana gelmeni söylediğim… Senin ise sadece birinci bölümüne şöyle göz atmış olduğun bu kitabı geri götür… Üç bölümünü birden okuyup geri gel!..” dedi.
…..
Önce itiraz edeceğini sandım adamın, ama o sadece sustu.
Dedem, maşrapayı önüne doğru iterken;
“Ayranını iç!..” diyerek devam etti;
“Bugün Pazartesi. Sana dört tane koca gün. Cuma namazında bizim köyün camisinde buluşuruz…”
“Niye böyle davrandın?” diye sordum daha sonra dedeme.
Bana cevabı şu oldu:
“Bugün Pazartesi.
Sana da DÜŞÜNMEK İÇİN dört tane koca gün..
Cuma namazına beraber gideriz inşaallah; ve henüz benim de tam olarak bilmediğimi orda beraberce görürüz!..”
———————————————————
Ne imişiz!.. Ne olabiliriz?..
Osmanlı’nın son döneminde (1850) İstanbul’da uzun yıllar kalmış bir batılı tarihçi olan M. A. Ubucini’nin şehirde yaşayan değişik milletlerin karakter yapılarını öğrendikten sonra, hâtıralarında diyor ki:
“Bir kaide olarak, Ermeni’ye istediği paranın yarısını, Ruma üçte birini, Yahudiye dörtte birini veriniz.
Fakat bir Müslümanla alış veriş ettiğiniz zaman istediği fiyattan emin olunuz ve istediğini veriniz.”
Halkını gerçekten düşünmek
Okkası 30 paraya satılan ekmeğin fiyatına 10 paralık bir zam yapmak isteyen fırıncıları huzuruna çağıran müşfik Sultan Abdülhamid Han, halkını gerçek mânâda düşünen bir devlet adamı örneği olduğunu şu cümlelerle ispat ediyor:
“Siz, yine ekmeği 30 paraya satmaya devam edin…
Sattığınız her ekmek için istediğiniz 10 parayı bizzat ben vereceğim.
Çünkü bir memlekette ekmek fiyatına zam yapılırsa, bunu bütün zaruri ihtiyaçların pahalılaşması gibi bir hareket kovalar ki, halkımız bundan büyük ıstırap çeker…”
John Devenpord-Kur’an ve Mesajı/s. 77 (Kültür-Basın Yayın Birliği). Nihat Sami Banarlı-Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri/s. 148 (Kubbealtı Neşriyat). İbrahim Refik-Tarih Şuuruna doğru/s. 10-65
——————————————————–
Bize katıl
Yakında sizinle çok eğlenceli bir oyun oynayacağız…
“Bize katıl” oyunu
“Bize katıl” diyeceğiz herkese…
ÇOK KOLAY…
Bunu yapabiliriz, değil mi?..
Hepimiz en azından bir kişiye;
“BİZE KATIL” diyebiliriz, değil mi?..
Haaarika!..
İşte hepsi bu kadar;
BİZE KATIL
Haydiii;
Bizee katıııl!..
Stop
Muammer Erkul
23 Şubat 2001 Cuma