Türk basketbol milli takımının en başarılı oyuncularından ve NBA kulüplerinden Orlando Magic’te forma giyen Hidayet Türkoğlu; İstanbul’un Eminönü ilçesinde eşiyle beraber dolaşıyordu. Dünyaca ünlü tarihi Kapalıçarşı’dan çıkıp Nûruosmaniye Camii’nin bahçesinden geçtiler; Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya ve Sultanahmet’i ziyaret ettiler; Topkapı Sarayı’nı gezdikten sonra Gülhane Parkı’na indiler ve Sirkeci istikametinde yürüyüp Yenicami’ye kadar geldiler… Sola doğru uzanan Haliç ve ardında kalan Beyoğlu yakası; sağda İstanbul Boğazı’nın Marmara denizine açılan ağzı ve karşıda Asya kıtasına yayılmış Üsküdar… Bu tarihi meydan şahaneydi…
Gün boyunca hemen her sokakta, yiyecek veya hatıra eşya satıcıları çıktığı halde karşılarına; şimdi burada, bağıra çağıra simit satmakta olan bir çocuğa gözü takıldı Hidayet’in. Yaklaştı ve sordu:
-Simitlerin kaça koç?
-Üçyüze abi, dedi çocuk. Hem de çıtır çıtır…
-Tezgahta kaç tane simit var?
-Yetmiş-seksen tane vardır herhalde…
-Hepsi ne tutar?
Müşterisini süzmeye başlayan çocuk bir yandan da hesaplayarak;
-Seksen tane varsa 24 milyon (24 YTL) eder, dedi.
-İşte sana üç tane onluk, dedi milli basketbolcu. Hepsini aldığımı farzet!
Çocuk şaşırmış; paraları bırakıp giden bu iri yarı genç adamın ardından, sadece; “sağol abi, sağol” diyebilmişti. Fakat asıl şaşıran biri daha vardı; hanımı… Birazdan, iyice sokularak;
-Hidayet, dedi. Sen delirdin mi?
-Yoo. Bu da nerden çıktı?
-Öyleyse neden, hiçbir zaman yiyemeyeceğin bunca simidin parasını ödedin?
-Boşver sorma, dedi dünya basketbol yıldızımız… Ama karısı ısrarlıydı;
-Soruyorum ve cevabını da merak ediyorum…
-Simit tablasının kenarı dikkatini çekti mi?
-Yo hayır, ne vardı ki tablanın kenarında?
-Oraya bir isim kazınmıştı!
-Ne ismi? Ne yazıyordu orda?
-”Hidayet” yazıyordu…
-Olsun. Sen meşhur birisin. Belki o çocuk da basketbolu seviyordur, seni izliyordur, onun için kazımıştır ismini…
-Hayır, yanılıyorsun, dedi kocası… Evet, orda yazan benim ismim. Ama ismimi tablaya o çocuk kazımadı; ben kazımıştım… Çünkü o simit tablası bir zamanlar benimdi!
Bir televizyon programında, Hidayet’in kendi anlattığı bu hikâyeye çok rastlayabilirsiniz zaman içinde. Benim gibi, siz de; “bu ve benzeri hikâyelerin neden önemli olduklarını” düşünün…
İnsanların bir kısmının, ömürleri boyunca başkalarının hikâyelerini dinleyip durduklarını; bir kısmınınsa hayatlarıyla (zaferleriyle, eserleriyle) kendi hikâyelerini yazdıklarını düşünün!..
İnsanların bir kısmının kahvehanelerde, yarış veya bahis-kumar oynanan yerlerde başkalarının başarılarından kazanç elde etmeye çabaladığını; bir kısmınınsa kendilerinin yarışıp, mücadele ettiğini düşünün…
Herkes için en iyi olmayı deneyebileceği bir saha vardır…
Dünyanın en iyi basketbolcusu olmanın yolu, Yenicami önünde simit satmaktan geçmiyor… Ya ne oluyor? Yenicami önünde simit satanlar bile dünyanın en iyi basketbolcusu olabiliyor!
Anlaşıldı sanıyorum; simit değil söz konusu olan, Hidayet değil, basketbol değil… Ya ne? Azmetmek, çalışmak, yılmamak!..
Herkes biliyor ki; herkes aynı seviyeye yükselemeyecek.
Peki acaba herkes şunu biliyor mu; tembelliğe hiçbir zaman mazeret bulunamayacak!..
Stop
Muammer Erkul
18 Kasım 2005 Cuma