Hürrem Sultan [14 Ocak 2011 Cuma]

Bir konu gündeme gelir, herkes konuşmaya başlar. Bunları sebep bilerek Hürrem Sultan’ı hatırlayalım mı?

Kanuni Sultan Süleyman Hanın zevcesidir. Haseki ve Hürrem Sultan ismiyle meşhur oldu. 1558 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Süleymaniye Camii avlusuna defnedildi. Kanuni sonradan bu saliha zevcesinin kabri üzerine bir türbe yaptırdı. Türbe, Mimar Sinan’ın eseri olup, içi muhteşem çinilerle süslüdür. Kubbeye yakın yerlerinde âyet-i kerimeler yazılıdır.

Bu satırları aldığım www.dinimizislam.com sitesi şöyle anlatmaya devam ediyor:

İlk çocuğu Şehzade Mehmed olup, Kanuni’nin tahta çıkmasından bir yıl sonra dünyaya gelmiştir. Mihr-i Mah Sultan, şehzade Selim ve Bayezid diğer çocuklarıdır.

Hürrem Sultan, hayır hasenat yapmayı çok severdi. Aksaray’da bugün Haseki denilen semtte kubbeli bir cami ile şadırvan, yanında imaret, medrese, darüşşifa ve mektep yaptırdı. Medrese, 1539’da yapıldı. Şimdi belediyenin polikliniği olarak kullanılan darüşşifa da 1550’de inşa edildi. Bundan başka Mekke ve Medine-i münevverede birer imaret yaptırdı. Edirne’ye su getirtti ve bunları muhtelif çeşmelerden akıttı.

Bu ve benzeri hayırları, kocası Kanuni Sultan Süleyman’ın kendisine verdiği emlakını vakfederek adını hayırla tarihe yazdırdı. Kanuni de bu saliha zevcesi için, hayatının sonuna kadar hayırlar ve vakıflar yaptırmıştır.
Aksaray’ın Fındıkzade yönünde, İstanbul’un en eski hastanesi olan tam teşekküllü Haseki Hastanesi; Hürrem Haseki Sultan tarafından 1539’da Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Aynı bina halen hastane polikliniği olarak hizmet vermektedir.

472 yıldır şifasını Haseki’den arayan hasta dualarını yabana atmamalı ve tarihî şahsiyetlere; Hürrem Sultan ve Süleyman Hana da Fatihalar göndermeyi ihmal etmemeli…

Stop
Muammer Erkul
14 Ocak 2011 Cuma

9 yorum

  1. İşte Hürrem Sultan böyle anlatılır, böyle hatırlanır!
    Ellerine sağlık, gönlün dert görmesin abiciğim…

    Ayrıca;
    Yaptığı ve yapılmasına vesile olduğu sayısız güzellik gözümüzün önünde, burnumuzun dibinde dururken… O mübarek hanımın yaptırdığı mekanlarda kimbilir kaç hastalığımıza, derdimize şifâ bulunmuşken…
    Yapmadığı milyon kötülük nasıl yüklenir böyle bir insana?
    Nasıl bir nankörlüktür, nasıl bir alçaklıktır bu?!
    Murat Başaran abinin Türkiye Gazetesi’ndeki 12 Ocak 2011 Çarşamba tarihli yazısının sonunda yazdığı gibi:
    (Bunu yapanların) “..soyuna bakmak lazım her ihtimale karşı…”

    Hicran Seçkin

  2. Bu güzel bilgierin yanına başkalarını da eklemek lazım aslında.
    Hürrem Sultan Kanuni’nin zevcesi olmadan önce herkesin bildiği gibi cariyeydi ve o dönemde cariyelerin yüksek maaşı vardı. Hürrem Sultan sürekli saraydaydı ve maaşı harcamadı. Bir gün Kanuni’ye “beni azad et” dedi.
    Cariyelerin dini işler için bağış yapması yasaktı… Kanuni de bağış yapabilmesi için onu azad etti ve Hürrem Mekke’ye bağış yaptı…
    Fakat ertesi gece Padişahın yanına gitmedi.
    Ve hiç umulmayan bir cevap verdi.
    “Ben artık sizin cariyeniz değilim hükümdarım, beni azad ettiniz ve sizin yanınıza gelmem günahtır” dedi…

    Kanuni Sultan Süleyman han, bu cevap karşısında hem şaşırdı hem de sevindi. Ve sonra onu nikahına aldı.

    Şeniz

  3. (Prof Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin Türkiye Gazetesi’nde Dünden Bugüne isimli köşesinde, 12 Ocak 2011 Çarşamba tarihinde yayınlanan araştırma yazısı…)

    ‘Muhteşem Yüzyıl’da göze takılanlar

    Tarihî filmlerin tarihi sevdirerek öğrettiğine şüphe yok. Bu işte en ileri olan da bence İngilizlerdir. 1950’lerde parlak Hollywood prodüksiyonlarını da yabana atmamak lâzım. Biz maalesef bu hususta geriyiz. Geçenlerde çok konuşulan Muhteşem Yüzyıl dizisine de bu cihetten bakılacak olursa söylenecek bazı şeyler var. Günlerdir hakkında o kadar konuşuldu ki seyredince bir bardak suda fırtına koparıldığı hissine kapılıyorsunuz. Ama menfi reaksiyon gösterenleri de mazur görmek lâzımdır. Senelerdir Osmanlılar hakkında öyle şeyler yazılıp çizildi ki, insanlar ister istemez endişeleniyor. Mamafih film yapımcıları bundan memnun olsa gerek. Reklamın iyisi kötüsü olmaz demişler. Dizide çok şükür ideolojik bir hava sezilmiyor. Hatta tarihe alâkayı arttırmaya yardımcı bile olabilir. Namazı ile, duası ile, güçlü karakteri ile, zengin iç dünyası ile yerinde bir Kanuni Sultan Süleyman portresi çizilmeye çalışılıyor.
    Bir kere dekor ve kostümlere diyecek bir şey yok. Bu bakımdan Tudors dizisinden geri kalmıyor. Ancak senaryo ve diyaloglar zayıf. Tempo ağır. Daha çok dokümanter filmlerin drama kısımlarına benziyor. Çok muvaffak şahıslardan seçilmiş başrol artistleri, diziye uymamış. Uzun boylu, uzun boyunlu, elâ gözlü, zayıf ve o tarihte 26 yaşında bir genç olan Kanuni Sultan Süleyman rolünü, yüz hatları sert, yapılı, mavi gözlü kırkında bir karakter artisti oynuyor. Çok güzel yüzlü, mağrur Makbul İbrahim Paşa rolü, romantik komedilere yakışan sevimlilikte bir aktöre verilmiş. Hafsa Vâlide Sultan gibi çekik gözlü ve hanım hanımcık bir şahsiyete Nebahat Çehre uymamış. Bunları geçelim.

  4. (Prof Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin Türkiye Gazetesi’nde Dünden Bugüne isimli köşesinde, 12 Ocak 2011 Çarşamba tarihinde yayınlanan araştırma yazısının devamı…)

    DİLİMİZİ NASIL BİLİYOR?
    1) Kanuni Sultan Süleyman tahta çıktıktan sonra babasının nedimi Hasan Can‘la görüşüyor. Enderun muallimlerinden, âlim ve sanatkâr Hasan Can burada 60’lı yaşlarda ezik memur tipleriyle tanınan bir aktör tarafından canlandırılıyor. Halbuki bu tarihte 30 yaşında idi. Hasan Can’ın oğlu Hoca Sadeddin Efendi meşhur eseri Tâcü’t-Tevârih‘te böyle bir konuşmadan bahsetmez. Film için kurgulandığı farzedilse bile, babasının ölüm döşeğinde kendisini sorup sormadığına dair Kanuni’nin suali üzerine Hasan Can “Sürekli sizden bahsederdi” demesi de tarihe aykırıdır. Tâcü’t-Tevârih Yavuz Sultan Selim’in ölüm döşeğini anlatır ama bundan hiç bahsetmez.
    2) Hafsa Vâlide Sultan saraya yeni gelen Hürrem Sultan’la kendi dilinde konuşuyor. Birkaç sahne sonra Hürrem Sultan birine “Dilimizi nasıl biliyor?” diye sorunca “Kırım hanının kızıdır da ondan” cevabını alıyor. O devirde Kırım yarı müstakildir, Rusya ile münasebeti de harb üzerine kuruludur. Kırım’da Rus tesiri bahis mevzuu değildir. Hafsa Sultan’ın Rusça veya Ukranca bilmesi beklenmez.
    3) Padişah İbrahim Paşa’yı hasodabaşı yapınca, bir vezir “Bu dönmeyi nasıl hasodabaşı yapar” diye sızlanıyor. Has Oda ve hatta Enderun’un tamamı zaten köle ve devşirmelerden müteşekkildir. Hal böyleyken bir vezirin bu sözü etmesi abestir. Üstelik İbrahim Paşa devşirme değil, 6 yaşında esir edilmiş Rum asıllı bir köle idi. Sonradan ailesini getirtti. Hepsi Müslüman olup Osmanlı hizmetine girdiler.
    4) Bir sahnede askerler “Cülûs bahşişimiz verilecek” diye seviniyorlar. Askerlere bakıyoruz, en genci 45-50 yaşında hımbıl adamlar. O yaşta kimse orduda kalmaz.
    5) Cafer Ağa idam edildikten sonra Venedik elçisi geliyor ve biri onun idamı kaçırdığını söylüyor. Birkaç sahne sonra başka biri “Venedik elçisi de idamdaydı, ödü patlamıştır” diyor. Hangisi doğru? Üstelik idam böyle ulu orta yerde değil, balıkhanede yapılırdı.
    6) Dizinin başından sonuna “sultan” kelimesi defalarca kullanılırken, “padişah” kelimesi hiç kullanılmıyor. Hakikat böyle değildir.

  5. (Prof Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin Türkiye Gazetesi’nde Dünden Bugüne isimli köşesinde, 12 Ocak 2011 Çarşamba tarihinde yayınlanan araştırma yazısının devamı…)

    İNGİLTERE’Yİ KİM TAKAR!
    7) Kanuni Sultan Süleyman’ın ilk işi divan toplantısına katılıp bazı kararlarını açıklamak oluyor. Sultan Fatih’ten itibaren padişahlar divan toplantısına katılmaz, belki kafes arkasından dinlerdi. Kanuni Sultan Süleyman’ın katıldığına dair hiç delil yoktur. Ama katılmadığına dair delil vardır.
    8) Padişah divan toplantısında Cafer Ağa‘nın muhakeme edilmesini emrediyor. Birkaç sahne sonra bir münâdi padişahın Cafer Ağa’nın idamını emrettiğini söylüyor. Hangisi doğru?
    9) Padişah Venedik elçisiyle konuşurken Alman imparatoru Şarlken ve Fransa kralı Fransuva‘nın mücadelesi için “Bakalım kim kayzer olacak?” meâlinde bir söz ediyor. Burada kayzer kelimesinin kullanılmasının doğru olup olmadığı bir yana, bu cümleyle padişah ne demek istemektedir, anlaşılır değildir. Kayzer Roma imparatoru için kullanılır. “Benim rakibim Şah İsmail değil, Şarlken, François, Heny Tudor” derken, İngiltere o zaman Avrupa’nın büyük devletleri arasında bile değildi. Şah İsmail de zaten sığındığı ininde 6 sene sonra öldü.
    10) Padişah Venedik elçisiyle konuşurken “Venedik dükü” diyor. Bunun doğrusu “Doç” olacaktır. Doç’un İngilizcesi dük’tür. Mânâsı da başkadır.
    11) Dizide Yavuz Sultan Selim oğluna Rodos’u almak üzere kalyonlar yaptırmayı vasiyet ediyor. Halbuki denizcilik tarihine kalyonun girişi bu tarihten bir asır sonradır. Yani o zaman ortada kalyon diye bir gemi sınıfı yoktu.
    12) Yavuz Sultan Selim vefat etmiş. Ortada bir matem var. Bir yanda havai fişekler atılıyor, bir yanda padişah eğlence tertib ediyor. Olacak iş değil.
    Bu hafta yerimiz ancak bu kadarına yetti. İnşallah gelecek yazıda dizideki harem tasviri üzerinde dururuz…

    Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci

  6. (15 Ocak 2011 Cumartesi tarihli Türkiye Gazetesi’nde sayın M.Necati Özfatura’nın yazısı)

    Osmanlı düşmanlığı

    “Muhteşem Yüzyıl” dizisi tek kelime ile Osmanlı Devletine ve Sultanlara düşmanlık üzerine çekilmiştir. Milli ve manevi değerlerden, tarihi bilgilerden yoksun kişilerin hazırladığı bu dizi “Türk halkını” adeta isyan ettirmiştir. Bu dizide Osmanlıya hakaret en üst seviyededir… Hiçbir toplum yok ki, Türkiye’deki bazı grublar kadar tarihine bu derece düşman olsun.
    Muhtelif konularda Radyo Televizyon Üst Kuruluna 64 bin 664 şikayet gelirken; çirkin dizinin fragmanlarının ekranda yayınlanmaya başladığı 11 Aralık 2010’dan 6 Ocak 2011 tarihine kadar 26 günde 74 bin 911 şikayet bu dizi ile ilgilidir. Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanı Davut Dursun bu dizi ile ilgili olarak şunları söylemiştir:
    “Bir yıl içerisinde yapılmış olan ortalama şikayeti de aşan bir oranda bu programa yönelik şikayet var. Bunu önemsemek gerekir, basit bir şey değildir. Bu şikayetleri görmezden gelemeyiz. Bir televizyon dizisi de olsa hassasiyetleri göz ardı etmemeliyiz.”
    Osmanlı padişahlarının başarıları ve onları sahiplenmemiz konusunda bu asil millet hassastır. Bu çirkin ve iftiralarla dolu film Osmanlının en güçlü devrini “erotik yüzyıl” gibi göstermektedir. Benim görüşüme göre Arap Dünyasında, Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya, Kuzey Afrika ve Osmanlının eski topraklarında Türkiye’ye ve Osmanlıya karşı bir sevgi çığ gibi artmaktadır. Bu ise emperyalist güçleri ve onların Türkiye’deki temsilcilerini ve Tanzimattan bu yana ülkede demokrasi, insan haklarını, çok partili rejimi irtica yalanı ile önleyen vesayet rejimi mensublarını tedirgin etmiştir…
    Hayatının çoğu fetihlerde geçen Kanuni Sultan Süleyman son derece yanlış tanıtılmaktadır. Dizideki görüntülerin tamamına yakınının tarih ve gerçeklerle ilgisi yoktur. Tarihimizde çok önemli eserler ve zaferlere sebeb olan Kanuni Sultan Süleyman Han ahlak dışı yalan ve yanlışlarla izleyiciye gösterilmektedir. Osmanlının şanlı tarihini birkaç kadının iktidar ve ihtiras çekişmesi gibi göstermek iğrenç bir senaryodur…
    Bu dizi için ne kadar tenkit edilse azdır. Tarihimizi yalanlayan, ceddimizi ve Osmanlıyı aşağılayan, yanlış bilgilerle halkımızı aldatan bu dizide yer alanları Allahü tealaya havale ediyorum…

    M.Necati Özfatura

  7. (Prof Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin Türkiye Gazetesi’nde Dünden Bugüne isimli köşesinde, 19 Ocak 2011 Çarşamba tarihinde yayınlanan araştırma yazısı…)

    Harem bir mektepti
    eğlence yeri değil!

    Haremağaları hareme girmez, haremle dışarının irtibatını temin ederdi. Harem ağaları?dizideki gibi beyaz değil, hepsi zenciydi.

    Son günlerin popüler mevzuu tarihe dairdi. Herkes Muhteşem Yüzyıl adındaki dizi filmi konuştu. Dizi, biraz abartılı da olsa, menfi reaksiyona sebebiyet vermişti. Geçen yazıda dizide göze çarpan bazı yanlışları ele almıştık. Bugün bunlara devam edelim:
    13) Kanuni Sultan Süleyman tahta çıktığı tarihlerde Topkapı Sarayı’nda bir harem dairesi yoktu. Sultan Fatih’in sarayı, İstanbul Üniversitesi merkez binasının bulunduğu yerde idi. Eski Saray diye bilinir. Halkın Topkapı Sarayı dediği Yeni Saray ise devlet ofislerinin bulunduğu yerdi. Padişah akşamları yatmak için Eski Saray’a giderdi. Topkapı Sarayı harem dairesi Sultan Kanuni’nin torunu Sultan III. Murad devrinde kurulmuştur.
    14) Bir sahnede Hurrem Sultan’ın ailesinin intikamını almak üzere saraya giren bir kadın intibaı uyandırılmış ki çok yanlıştır. Ailesinin öldürüldüğü bilinmiyor. Muhtemelen esir edilmediler. Hürrem Sultan, saraya 12 yaşlarında girdi. O zaman Kanuni Sultan Süleyman padişah değildi. Çok güzel değildi ama zekâsı ve sempatikliği ile temayüz etti. Hurrem (sevimli) ismi bu yüzden kendisine verildi. Şiirler yazan, edebiyat, dikiş-nakış, musiki bilen entelektüel bir hanımdı. Hürrem Sultan hataları ve zaafları bir yana, Kanuni Sultan Süleyman gibi herkesin övdüğü bir cihan padişahının gönlünü kazanmış; kocasına destek olmuş; hayır hasenatıyla kendisini sevdirmiş bir şahsiyettir. Kocasının sevdiği kadınlar kıskanılır, iftiraya uğrar.

  8. (Prof Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin Türkiye Gazetesi’nde Dünden Bugüne isimli köşesinde, 19 Ocak 2011 Çarşamba tarihinde yayınlanan araştırma yazısının devamı…)

    15) Harem bir mektepti, eğlence yeri değildi. Hristiyan kız haremde kalamaz. Hepsine yeni isim verilir. Hiçbiri Hristiyan ismiyle anılmaz. Hürrem Sultan’ın ikide birde bakıp imrendiği gözdeler balkonu başka bir âlem. Filmlerde tasvir edilen kibar randevuevlerini andırıyor. Balkonda mânâsızca salınan şuh bir sürü kadın. Gerçeği aksettirmiyor. Padişah, şatafatı, güzel yaşamayı severdi. Ama zannedilenin aksine kadınlara düşkün değildi. Dört hanımı vardı. Hürrem’den sonra da kimseye iltifat etmemiştir. Fevkalâde prensipli, protokole çok bağlı, aynı zamanda pek zarif bir zât idi.
    16) Padişahı eğlendirecek cariyeleri hasodabaşı seçiyor. Hasodabaşı hareme bile giremez. Cariyeler saraya alındığında haremin mutfak, kiler, hamam, hastane gibi muhtelif kısımlarına ihtiyaca göre dağıtılır. Zeki ve güzel olanları vâlide sultan dairesine alıp yetiştirir. Padişaha takdim eder. Bunlar padişahın cariyesi olduğundan hepsi nikâhlı zevce statüsündedir. Câriyelerin örtünmesi dinen farz değildir. Haremde zaten herkes başı açık dolaşabilir. Zaten erkek sinek bile hareme giremez. Ama Osmanlı terbiyesi muayyen şekilde kapalı giyinmeyi icab ettirir. Bilmeyen, haremdekiler niye tesettüre uymuyor diye sorar!
    17) Haremde bir kız serkeşlik yaparsa, bir gün tutmaz, saraydan çıkarırlar. Hürrem de karnı sıcak yemek gördü diye sevinmiştir. Ülkesinde kalsaydı belki de acından ölürdü. Mendil atma, padişaha bağırma, kucağına düşme gibi hafiflikler haremde yoktur. Hele dizide cariyelerin dansı tamamen uydurmadır. Düğünde dernekte oynamak vardır ama Osmanlı eğlence telâkkisi bu değildir. Oryantal dans bize son yıllarda gelmiştir. Bunları bilmeyenler, padişahı gayrimeşru münasebet içinde zannedecek.
    18) Cariyeleri harem ağaları değil, kadın ve gerekirse kafes arkasından erkek muallimler terbiye eder. Haremağaları hareme girmez, haremle dışarının irtibatını temin eder. Hareme doktor mu, hoca mı gelecek, odun mu alınacak, cariyeler gezmeye mi götürülecek bununla meşgul olur. Hepsi oturaklı adamlardır. Hadım olmak, kırıtmayı, homoseksüel olmayı gerektirmez. Üstelik dizidekiler kulaklarında küpeleri, garip türbanlarıyla Hindli falcılara benziyor. Harem ağalarının hepsi zencidir. Dizidekiler nedense beyaz.

  9. (Prof Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin Türkiye Gazetesi’nde Dünden Bugüne isimli köşesinde, 19 Ocak 2011 Çarşamba tarihinde yayınlanan araştırma yazısının devamı…)

    KAFE GENÇLİĞİ TÜRKÇESİ
    19) Padişah ve devlet adamları ekseriya, Hasodabaşı İbrahim Paşa ise dizinin hemen her sahnesinde başı açık geziyor. Bu mümkün değildir. Resmiyette kavuk, evde ise işlemeli takke giyilir. Şarkta başı açık durmak çok ayıptır. Üstelik devlet adamları arasında sakallı kimse neredeyse yok. Bunlar süklüm püklüm halleriyle daha çok köy ihtiyar heyetine benziyor. Hele uzun saçları, kirli sakalıyla genç bir adam, kaptan-ı derya Cafer Ağa rolüne hiç yakışmamış.
    20) Dizide kullanılan Türkçe bugün kafe gençliğinin kullandığı Türkçeye çok benziyor. Evet, ağdalı Osmanlıca kullanılsın denemez ama madem ki bu bir “dönem dizisi”, o halde Hatırla Sevgili kadar herkesin bildiği eski kelimeler kullanılmalıydı. Şu haliyle çok itinasız duruyor.
    Türkiye’de yıllarca sanat ciheti zayıf, tarihî gerçeklere aykırı, hatta koyu ideolojik filmler yapıldı ve romanlar yazıldı. Seneler boyu tarih öğretilmedi, kültür anlatılmadı. Nesiller bir öncekinden o kadar kopuktur ki, ne lisanını anlar, ne terbiyesini bilir, ne dünya görüşünü çözebilir. Bir yandan mekteplerdeki sıkıcı tarih dersleri, bir yandan da bu ideolojik film ve romanlar insanları tarihinden soğuttu. Şurası memnuniyet vericidir ki, insanlar artık hâdiselere daha nötr bir havayla yaklaşılıyor. Ancak tarihî hâdiseleri doğru bilmek yetmiyor; analize de ihtiyaç duyuluyor. Bu da fıkıhtan tasavvufa, edebiyattan sosyal hayata kadar İslâm-Osmanlı kültürünü iyi bilmeyi gerektiriyor. Burada hassas davranarak, zamanla hiç menfi reaksiyonla karşılaşmadan reytingi yüksek, ama aynı zamanda bilgilendiren, tarihe yönlendiren ve tarihi sevdiren filmler, romanlar yapılacağından ümitliyiz.

    Prof Dr. Ekrem Buğra Ekinci

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir