Huzur… [06 Mayıs 2005 Cuma]

Kir, pas ve yağdan mı; yoksa sadece, bunca yıldır üstünde tepinmiş olan zamandan mı böyle karardığını anlamadığım bir masa… Masanın ortasında; “demir, çivi, tel ve biraz da tahta” olarak hatırladığım “çok önemli” bir makine…
Bu çok önemli makinenin başında; tepesi saçsız, kaşları çatık ve bilekleriyle dirseklerinin arasına, adı bile belli olmayan bir koyu renkte kolluklar geçirmiş bir adam. Hem de; makineden bile daha mühim duran bir adam…
Vay canına!
“Trenin kaçta geleceğini” bile ona soruyorlar?..

Tren yolunun kenarına tren gibi uzatılmış bir tren istasyonundayız. Yolcu salonu ufak. Taşına seksek bile çizilmez… Bütün duvarları griye boyamışlar. Kapıda gri… Pencere, dördüncü duvarın ortasında, ama dışarıya bakmıyor… O da aynı renk. Onun önündeki demir parmaklıklar da…
Bu parmaklıklarla korunmuş pencerenin tam ortasında açılır kapanır küçük bir kanat var. Bu taraftan hafifçe tıklatıyorlar; içerdeki adam açarsa, konuşuyorlar… Boya fazla gelmiş olmalı ki; camı bile boyamışlar, açılan kanadın üstüne kadar…
Ben, iki yanağımı birer parmaklık demirine, burnumu da cama dayamış… Gözümüyse boyanın döküldüğü, veya bilerek kazındığı yere hizalamış haldeyim… İşte o boşluktan bakıyorum adama; burnunun üstünde siyah siyah kıllar var…

O çok mühim adam, önünde duran mühim makinesinin üstündeki bir yere basarak kısa kısa, ve sanki bir ritmi de olan sesler çıkartıyor… Aynısından kendime yapabilirim. Ama dedemin alet odasına girmem biraz zor oluyor…
Bu kocaman adam acaba niye oynayıp duruyor o şeyle? Ve o oynarken neden herkes böyle sessizce onu bekliyor?..
Meğer, oynamıyormuş!..
Kaşlarının altından, gözlüklerinin üstünden bakarak soranlara şöyle diyor sonunda:
-Rötarlı!..
Rötarlı ise; “burada daha çok bekleyeceksiniz” demekmiş!..

Benim gördüğüm telgraf makinelerinden, kolları kolluklu ve mors alfabesiyle haberleşen memurlardan gören kaç kişi var aranızda?..
Gazetelerde ise teleksler vardı eskiden, haberler onlarla gelirdi… Sonra herşey değişiverdi. Telefonlar ve telefakslar şekilden şekle girdi…
Televizyon? Televizyon bir “hayal” perdesi. Dün yoktu, bugün var, belki yarın olmayacak!..

Peki kitap?..
Dün vardı, önceki gün vardı, daha önceki gün vardı, ondan önceki gün de vardı ve ondan evvelki günlerde de… Çünkü ilk insanla birlikte tanımaya başladı yeryüzü, kitabı… Çünkü ilk insanın eline verilen bu “meşale”nin ışığı; son insana kadar her insandan sorulacak, birer birer;
“Gördün mü?.. Buldun mu?.. Tanıdın mı?.. İzledin mi?..” Cevaplar,,, acaba ne olacak?..

…..
Kitap için bunca güzellemenin ardından bir de kitaptan bahsedeyim, ama ‘kitap’tan… Bazıları; “ben bu konuda her şeyi bilirim” diye ısrar etse de yine, ben; “bildiğini iddia edip duranlardır asıl bilmeyenler” sözünü hatırlatacağım…
Kadınlar, aile, evlenmek, evlilik hayatı, çocuk, eğitim ve sapık yollar, çarpık ilişkiler, yerli yabancı örnekler, menkıbeler ve benzer daha pek çok konuda tam bir demirbaş/kaynak eser. Tuzak sorulara güzel cevaplar var. Üstelik, hem aranan her konu bulunabilecek gibi, hem de sıkılmadan baştan sona okunabilecek şekilde hazırlanmış…
Mehmet Oruç abimizin belli ki çok emeği var (Huzurun Kaynağı Aile) isimli şu kitapta, ama hakikaten çabalarına değmiş. Elinizden düşmeyecek. Çok kişiye de sizler tavsiye edeceksiniz, aynen benim gibi…
“Huzurun Kaynağı Aile” kitabını da (Kainatın Efendisi, 365 Gün Dua) isimli kitapları gibi yine Arı Sanat yayınladı. Telefon: 0212. 520 41 51 / arisanat@mynet.com

Stop
Muammer Erkul
06 Mayıs 2005 Cuma


 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir