Annelerinden, kızlarına doğru… Kızlarından, babalarına doğru… Babalarından, oğullarına doğru… Oğullarından, annelerine doğru… Hatta, bu mıknatısı dışından sarmalayan; torunlar ile büyükanne ve büyükbabalara “ılıkpembe” bir bakış açısı… (4)
… … …
İstikametleri bir olan insanların… Emecekleri mutluluklar, ve kendilerini emecek acılar aynı olan her insanın, biri birinin yüzüne dikkatle bakması lazım; aynaya bakar gibi.
Çünkü karşısındaki surat, sûretidir içinin!..
Karşındaki simâ; “eş”tir sana, yürünecek yollarda. O sana, senin görünmeyenini yansıtır, senin ona yansıttığın gibi…
Aynı kapta iki ayrı sıcaklık sabit durmaz; akarlar biri birlerine, benzerler, dönüşürler. Ya o ısınacak, veya sen soğuyacaksın.
Ve bunun kararı da birlikte verilecek!..
Sen ve ben; yürüyüşümüzün iki bacağı gibiyiz…
Birimiz incinse; ikimizin de hızı kesilir, birimizin ayağına diken batsa; ikimiz birden durur, acı çekeriz… Öyle değil mi?..
Ve, şöyle değil mi;
“Yolu, senin gideceğin yere gitmeyenlerin… İstikameti senin ilerlediğin yönden farklı olanların… Ve seni iki saat, veya iki gün, ya da iki sene sonra bırakıp gidecek olanların söyledikleri pek de önemli değil…”
Sen, biliyorsun; mayandaki hamuru!..
Evet, gerçekten de; “insan” olmak, diğer mahluklardan farklı olmaktır. Bu fark ise; fikirdir…
Benim “sen” dediğim, ve senin “sen” dediğin her kim ise, unutmamak lazım ki;
“Sen” ve ben, bileşik kaplar gibiyiz…
Bu, şu demektir: Senin “içinin yüksekliği” yerlerde sürünürken, benim içimin yüksekliği de çok yukarılarda olamıyor!..
Eski esirlerin nasıl bağlandıklarını hatırlayalım mı yeniden?.. İkişer ikişer veya daha büyük gruplar halinde zincirlenirlermiş biri birlerine. Üstelik kaçamaz, kurtulamazlarmış; her biri ayrı yöne gitmek istedikleri sürece. Esir kalırlarmış; düşünmedikleri sürece.
Halbuki ayaklarından birbirine bağlananlar, “elleriyle ve gönülleriyle” de kenetlendiklerinde; kaçabiliyorlarmış beraberce;
Mutluluğa!..
Ordan da baksak, burdan da baksak, değişmiyor: Biz, “biz”in tutsağıyız.
Ayrı yönlere doğru kaçamıyoruz…
Biz, birbirimize bağlıyız. Farklı istikametlere doğru yol alamıyoruz!..
Anlıyorum ki, ben seni mutlu ettiğim zaman mutlu olabiliyorum; sen de beni mutlu ettiğin zaman mutlu olabiliyorsun…
Yani, ara sıra külfet sandığım zincirlerimin, aslında “nimet” olduğunu fark ediyorum, dönüüp dolaşıp…
Sözün işte buralarında, ılınıp akıyor içim pembe bakışlarına doğru…
Pembeler ılık ılık oluyor, ılıklar ise pembe pembe…
Ve yine, ve yeniden; “seni, kimselerin sevemeyeceği gibi sevmelere” ben talip oluyorum…
Biliyorum; seni sevmek “biz”i sevmektir…
Ve biliyorum; “biz”in içinde ben de varım…
Stop
Muammer Erkul
13 Nisan 2003 Pazar