Kadının ruhu var mı? [20 Haziran 2000 Salı]

Kadının ruhu var mı?

16. Yüzyıl Avrupa’sında en çok tartışılan konulardan birisi neymiş, biliyor musunuz?..
Kadınların ruhlarının olup olmadığı…
Ve Cennet’e gidip gidemeyecekleri!..

Yine aynı dönem Avrupa’sında bir üniversite hocası; “KADINLARIN İNSAN TÜRÜNDEN OLMADIKLARINI” ispat etmek üzere Latince tezler yazıyor…
Kraliyet fermanlarında ise, kadınların dövülmesiyle alakalı olarak şöyle kayıtlar bulunuyormuş:
“Dövme aletinin ucu keskin demir olmasın ve açılan yara da makul bir cezanın hudutlarını aşmış olmasın!..”
Diğer taraftan baktığımızda; yıllarca İstanbul’da yaşayan ve “Muhteşem İstanbul” kitabının yazarı Gerard de Nerval Osmanlı saray kadınları hakkında şöyle yazıyor:
“Saray kadınlarına gelince; bunların gerçekten birer âlim olduklarını söyleyebiliriz ve bu sözümüzde mübalağa yoktur…
Çünkü saraya giren her kadın; tarih, edebiyat, müzik, resim ve coğrafya konularında çok ciddi bir eğitime tâbi tutulur. Bu kadınların birçoğu, sanatkâr veya şairdirler…”

Söz kadınlardan ve saraydan açılmışken…
II. Abdülhamid Han’ın karısı Müşfika Sultan, kocasının vefatının ardından kızı da Avrupa’ya sürgün gidince İstanbul’da yıllarca yalnız yaşamaya başlıyor…
Ayşe Sultan annesini defalarca Avrupa’ya yanına çağırmasına rağmen gitmiyor. Bunun sebebini soranlara ise şöyle cevap veriyor:
“Efendim pek kıskançtı. Harem ağaları bile başlarını kaldırıp yüzüme bakmaktan men edilmişti… Avrupa’ya gittiğimi, yüzümü yabancı erkeklerin gördüklerini kabrinde hissederse güceneceğini, azap duyacağını düşündüm. Onun için de kalbime taş basarak yıllar yılı dâr-ı dünyada evladımın hasretine katlandım…”
…..
(M. A. Ubucini, Türkiye 1850, cilt 2 / Gerard de Nerval, Muhteşem İstanbul / N. Sırrrı Örik, Abdülhamid’in Haremi / İbrahim Refik, Tarih Şuuruna Doğru)

——————————————————–


Merhaba arkadaşlar…


İşte bu güzel ifadenin artık kullanılmadığından dolayı yana yakıla şikayetler geliyor bana…
Yanıyorum aslında…
Hepimiz adına!

Günü gelecek, farkedeceğiz yuttuğumuz zokayı. Ama; iş işten geçmiş olacak, demeyeceğim şu anda… Çünkü bu söz bir teslim bayrağıdır ve şartları çok ağırdır!..

Günaydın canlar…
Hayırlı sabahlar dostlar…
Merhaba arkadaşlar…
Veya;
“Hello!..”

Hoşça kalın yarenler…
Allah’a ısmarladık dostlar…
Görüşürüz komşular…
Yahut;
“Baay!..”

Allah insaf versin, hepimize…
Teknolojinin ilk önce en lüzumsuz “parçasını” kullanmaya başlamakta üstümüze yok, değil mi?

Aslında bu yazıyı kaç defadır yazıp yazıp siliyorum. Her defasında da ağır olduğunu, kalbinizi kıracağımı düşünerek sildim yazdıklarımı…
Anlayanın anlayacağını hissediyorum ama…
“Baay” diye bağıran biri; “baay” diye vedalaştığı için çamurdan çıkıp ABD’nin lüks mahallelerine sıçramadı şimdiye kadar…

Bazen hakikatten televizyondaki parodiler ile, mizah dergilerindeki karikatürleri karıştırıyoruz kendi hayatımızla…
Ve dilimizin de bir haysiyeti, onuru olduğunu unutuyoruz.

Stop
Muammer Erkul
20 Haziran 2000 Salı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir