Dilimiz sarkmış ve ter içinde salona daldığımızı görenler derdi ki;
“Bakın benim oğlum ne kadar uslu. Nasıl da paşa paşa oturuyor misafirlerin yanında!..”
Eyvah!.. Şimdi bundan daha bağlayıcı bir laf ne olabilir? Ne azılır, ne kaçılır artık. Üstelik şimdi, açtığı iki gözüyle sana bakmaktadır herkes, gayrisamimi bir sırıtışla… Sense derin derin solumaktasın!
Diğerlerinden farklı tek kişi; karşıda sessizce oturan şu kız. Kollarını göğsünde birleştirmiş, sırtı dik, ve yüzünde; hüner sergileyenlere ait gururlu ifade… Sonradan öğrenirsin, o gün ona ise; “çiçek olmasını” söylemişler…
“Hadi benim güzel kızım. Çiçek ol da herkes beğensin seni bakayım!..”
Çiçek ne yapar?..
Sadece; h-i-i-i-ç!..
O kızcağız da; üstüne renkli bir elbise giydirilmiş, tepesine de biraz koku sıkılmış halde, çiçeklerin yaptığını yapıyor; oturtulduğu yerde!..
Çocuklar için ikinci ‘eyvah’lık lafsa şudur: “Benim oğlum artık abi oldu, yapmaz öyle şeyler amcası!..”
“Yaparım işte ya-a-a!..”
“Yapmazsın, yapmazsııın… Bak, şu karşıda oturan kardeş de abla olmuş. O da yapmıyormuş!..”
Bu da çocukların sık düştüğü ikinci tongadır!..
İyi de ben bunları neden açık ettim şimdi? Şundan: Bizim Ömer, “Söz Market”ini bizden birkaç sokak önceki köşe başına taşıdığından beri;
Salona her dalışında: “Amanııın, benim oğlum artık abi olmuş da uslu uslu otururmuş” diye kandırılan çocuklar gibi, ve her haşarılığı da kapının dışında bırakmak zorundaymışım gibi hissediyorum kendimi!..
(Ben, bana anlatanların yalancısıyım haliyle)
İşin zevkli kısmı kendisine kalan Ömer; gazetedeki arkadaşları kalemine doluyor ya, köşesi olan biz fakîri ise sadece diline doluyor, ve “içinde Muammer Erkul bulunan olimpik diyaloglar” anlatıyormuş. Şöyle ki:
(Bayanlar voleybol olimpiyat şampiyonluğu final maçı yayınlanıyor. Çinlilere karşı mücadele veren Rus takımını çalıştıran o kızgın-o acayip herif, her maçta olduğu gibi gene delirmiş halde yumruklarını sıkmış, korkudan tir tir titreyen sayı makinesi Gamova ve o an acınacak haldeki arkadaşlarının üstüne kükrüyor, danalar gibi bağırıyorken…)
Diyalog:
-Kız takımlarının koçu neden hiç kız olmuyor ki?..
-Çünkü kız olursa KOYUN olurdu!..
…..
(Atina olimpiyatları bayanlar 48 kilo halter finali. Dünya ve olimpiyat rekorlarını dağıtan güzel ve süslü kızımız Nurcan Taylan’dan sonra şeklinde-şemailinde estetik-zarafet kalmamış birileri daha çıkıyor podyuma…)
Diyalog:
-Bu kız erkek değil mi?..
-Bilmem, erkek galiba!..
…..
(Az sonra madalya töreni var, bayrağımız en üste çekilirken ve Nurcan gözyaşları içindeyken…)
Diyalog:
-Benim de ağlayasım geldi, ağlayayım mı?..
-Ağla.
-İyi ama, ağlayamıyorum ki!..
Başka zamanlarda da şöyle anlatıyormuş bizi:
“Krizde biriken parası eline toptan verilince, hep hayalini kurduğu bir bahçe satın almıştı. Ağaçlara meraklı ya, çeşit çeşit meyve fidanı satılan bir yere gitmiş… Görevli sormuş ne istediğini.
-Elma istiyorum, demiş Muammer Erkul. Kaşıkçı elması!..
…..
Afallamış fidancı.
-Her çeşit elma var bende, ama kaşıkçı elması yok, demiş. Adı da yabancı gelmiyor aslında, ama hiç isteyen olmamıştı da şimdiye kadar…
-Tamam, üzülme vazgeçtim, demiş…
Zaten o ne senin boğazına sığardı, ne de benim boğazıma, demiş…”
Stop
Muammer Erkul
02 Eylül 2004 Perşembe