(A. Raif Öztürk, Dost Beykoz, Merajans, Özemek)
Raif Öztürk, büyük teyzemin oğlu. Kimi zaman, yaşı ona yakın akraba çocuklarının dediği gibi "abi" kimi zaman da akrabalık duyguları ve yaş farkıyla "dayı" derim…
Aramız epey var ama askere gittiğini filan hatırlıyorum. Elinde bir valiz bize gelmiş, diğer yanında ben. Cep telefonlarınız boyunda siyah beyaz bir fotoğraf kalmış o günden. Biz ise o sene İstanbul’dan taşınmışız, poz verdiğimiz bahçeden belli…
Annem ağlamıştır mutlaka arkasından.
İskenderun diye bir yere gitti, gönderdiği fotoğraflardan birinde yakaladığı balıkla görülüyor. Demek ki İskenderun’da deniz ve balık var, bu benim için çok önemli.
Beyaz kıyafetlerinden deniz askeri olduğu da belli…
Raif abi çok yakışıklıydı biriydi veya bana öyle gelirdi; kaşları köşeli, gözleri ışıklı. Enerjikti ve hepsini yapmasa da her yeni iş ve fikrin içinde görülürdü. Batar çıkar ama kös kös oturmayı bilmez; tamircilik, minibüs şoförlüğü, fotoğrafçılık her ne ise, akşam olmadan uğraşacak bir meşgale bulur ve ekmeğini çıkarırdı…
Fazla ortalarda olması birilerinin canın sıkardı belki ama bu pek onun umurunda olmazdı…
Sene 70 bile değil. Bir ekip kurmuşlar, saz çalıp şarkı söylüyorlar.
E iyi de babası imam, rahmetli Hasan enişte… Akrabalar filan akıl veriyor: "Yapma oğlum günahtır saz çalınır mı? Raif aklını başına topla, hiç sana şarkı söylemek yakışır mı?.."
Bunların tepesinde kıl dikilmiş ya, duyduklarını unutuyorlar ve yola devam, diyorlar…
Bir kere beni de bir düğüne götürmüşlerdi.
Sahneye dizilmiş sandalyeler vardı. Ve adamın biri şöyle anons etti:
"Vee, şimdi karşınızdaa, Kara Maskeleeer!.."
Bir alkış koptu, beyaz gömlek giymiş bir sıra adam sahneye yürüyüp sandalyelere oturdu ama işin acayibi şuydu:
Hani karikatürlerde "hırsız" tiplemesi için yaparlar ya, adamların gözlerini kapatan kara bir maske çizerler, gözlük boyunda…
İşte bu sahnedekilerin de gözlerinde aynen öyle kara kara maskeler vardı.
Ben yükselip yükselip bakıyorum ama bir şey göremiyorum, daha doğrusu tanıyamıyorum…
Bana eğlip, kulağıma;
Bak, dediler. Şu tam ortada oturan Raif dayın, en önemli olan o, çaldığı ise Divan Sazı…
Divan sazı ne demek anlamadım haliyle.
Şarkı türkü gürültü arasında muhtemelen biraz sonra uykum gelmiştir, çünkü başka şey hatırlamıyorum…
Ben onun "çok ayıp" bir işini daha hatırlıyorum, galiba kulakları bile kızarmıştı…
Elinde kağıda sarılı bir şeyler var, Harmantepe’deki evdeyiz… Teyzesi oluyor ya, elindekileri anneme getirmiş, yanımızda babam filan da var.
Bu gizli şeyler ise güllü kartpostallar, bir kaçı pembe ama çoğu kırmızı kırmızı…
Kırmızı demek; "çok seviyorum" demekmiş… Bu kartları ona bir kız göndermiş veya bizimkinin kıza gönderdiği kartları da kız geri vermiş de hepsi birden işte buradaymış.
Sanırım tehlikeli olan şey; bu kartlar onların evinde duramazmış da onun için bize getirmiş…
Bense yanlarında dolaşıyorum bir kedi gibi ama sanki zihnime fotoğraf çekiyor gibiyim!
Biraz gülüşmüşler, biraz konuşmuşlar, biraz dertleşmişler ve en sonunda da (bu tehlike taşıyan gül resimlerinin) sanırım hepsini yakmışlardı…
Ne hoş duygular, değil mi?
Gül resmi…
Düşünebiliyor musunuz; genç birinin, karşı cinsten birine, üstünde gül resmi bulunan kart göndermesinden ve gülün renginin ima ettiği mesajdan bahsediyorum…
Lütfen, bugünlerle kıyaslamaya çalışmayın, çok yorulursunuz!
Bir gün de yine Harmantepe’deki evin bahçesindeyiz. Raif dayı sandalyeye oturmuş o kaca sazı çalıyor.
"Kahveringi gözlerin" ve "Fırat kenarında yüzer kayıklar, anam ağlar bacım beni sayıklar…"
Sağ eliyle sazı tıngırdatıyor ama sol eliyle tuttuğu ve teller bulunan sapın ucunda bir püskül var. Bu benim için daha ilginç. Sazı oynattıkça püskül tepeme değiyor ve sanki; bana bak bana bak, diyor…
Püskül de püskül hani, her harekette kıvranıp kıvranıp süzülüyor…
Bu ne? Diyorum…
Sazın püskülü, diyor. Hem de ibrişimden yapılmış… O zaman ibrişimi tanımış oluyorum…
Neden bu renk? Diyorum.
Bu renk sarı ve lacivert, diyor… Çünkü Fenerbahçe takımının rengi sarı lacivert.
O zaman da anlıyorum ki biz Fenerbahçeliyiz ve ondan sonra sarı ve lacivert renkler bir başka türlü salınmaya başlıyor gözümün önünde…
Hepimiz büyüdük tabi, yıllar geçti.
Bir kaç sene önce, Avrupa kupası maçlarından biri oynanıyordu… Raif dayının torunları dahil, onların büyük salonunu ağzına kadar doldurmuşuz, çoğunun üstünde sarı lacivert formalar…
Biri merak etti ve cevabını hemen aldı: Salondaki kalabalığın tamamı, eksiksiz Fenerbahçeliydi…
O zaman Raif dayı, şakayla karışık;
"Bunların hepsi benim izimden mi gelmiş, şimdi bu kadaaar insanın günahını ben mi çekeceğim Ya Rabbi" dedi…
Beni bazı kitaplarla ve bazı dergilerle ve bazı insanlarla tanıştıran hep odur.
Hatta ilk defa Cağaloğlu’na götüren de odur…
Ben yıllarca onun emekli olmasını beklemişttim, birlikte basın yayın işi yapacağımızı umarak.
Emekli de oldu ama ticarete atıldı.
O zamanlar reklam tanıtım ajansım (Merajans) vardı ve ben sadece onun spor mağazasının (Özemek) evrak ve tanıtım işlerini hazırlayıp bastırmıştım…
Raif abimiz sonradan isminin başına bir "A" harfi ilave etti.
Ne bu, demiştim o da "Abdullah’ın A’sı" demişti…
Sonradan bir kaç kitap hazırlayıp bastırdı, müşterilerine hediye etti ve şimdilerde Dost Beykoz gazetesi ile bir kaç internet sitesinde yazılar yayınlıyor.
Muammer abiiii,çok güzel olmuş. Babamın benden önceki halini tanıdım, ama kırmızı güllerden dolayı PAYLAŞamıyoruuuum:)))
Ayşenur Öztürk Bazer
Paylaş yahu bir şey olmaz :))) herkes bilir zaten, çok masum bir güllü kart hikayesiydi işte :)))
Benzeri yeni hatıralar bekler misiniz peki?
Yani, sadece baban değil, yazar, çizer, gazeteci, oyuncu, siyasi vs… Tabii ki belli bir çerçeve içinde kalanlar…
M.Erkul
Yok yok paylaşırsam; Ahmet babasına çekmiş derler:)))
Bekleriz tabi zevle okuyorum her yazını…
Küçükken anlamıyodum hatırlıyor musun, kitabını almıştım sana sormuştum ”burda ne anlatmak istedin ”diye:))
Ayşenur Öztürk Bazer
Evet, hatırlıyorum. Hatta demiştin ki:
İnsanlar senin yazılarını neden okurlar hiç anlamıyorum!
Ben de sana göz kırpmış, ve:
Büyüyünce anlarsın, demiştim!
M:)
Bu hâtıraları okurken hem çok duygulandım, hem çok sevindim ve de çok derin düşüncelere daldım. Benim sevgili yeğenim bile yaptıklarımı-ettiklerimi, yıllarca sonra böylesine ortaya döktüğüne göre, HAFÎZ-I MUTLAK mahkeme-i Kibrada kimbilir ne kadar unuttuklarımızı ortaya dökecek?!… Hele kulların bilemedikleri!… Ancak, Yüce Rabbimiz GAFÛR ve RAHÎM olduğu için müsterih olabiliyorum.
Muammerciğim, tekraren çok çok teşekkürler ediyorum. Yüce Rabbim hepimizin encamını hayreylesin. Hatıralarımızdan ibret ve tedbir alamamızı nasip etsin. Âmin…
A. Raif Öztürk
:):):)ayy Muammer abii, çok hoşuma gitti. Eşimle birlikte okurken çok keyif aldık. Saygıdeğer babacığımızın muzip hallerini öğrenmek çok mutlu etti bizi. Devamını bekliyoruz heyecanla..:):)
Ellerine ve yüreğine sağlık…
Kübra-Yasin Yüce
Merajans’tan biz de geçtik unutma. Ardahan’dan Elif, Zehra, Nezahat hani ölmüştü yavrum sobadan zehirlenip, Allah rahmet eylesin ne kadar güzeldi, o yıllardan birinde iftara yemeğe davet etmiştim kızları üşümüştü bende patik verdim ayağına hey gidi günler hey, pembe zarflı Aslıhan’ım Yıldız’ım, sazsız ozanımız o zamanlar Mudanyadaydı ve erkek zannetmişti sitedekiler:))Sevgimiz ne kadar güçlü ve inanılmaz. Sazsız da sonunda İstanbul’a gelin oldu. Tıpkı Elif gibi yıllar önce bir gün evimin telefonu çaldı. Abla ben Elif diyordu telefonun ucundaki diğer ses, aaa Elif nasılsın dedim, abla ben sana çok yakınım demez mi? Bir baktım hemen aşağı caddede bir sağlık ocağına tayini çıkmış. İşte böyle sevgimiz uzakları da yakın eyledi.
İLİRYA SEVEN