Kasım kasım kasılmalar
Son günlerde nasıl da kasım kasım kasılmadaydım, kendi içimdeki er meydanlarında…
Hiç de aklıma gelmiyordu, kasım kasım kasılanların hâli…
……
Halbuki, nerede olursan ol, kim olursan ol; bir hata, bir inat, bir yanlış karar, sahibini düşürüveriyordu boyluboyunca toprağa!..
Son günlerde nasıl da kasım kasım kasılmadaydım kendi içimdeki er meydanlarında;
Yağcılar, ellerindeki ibrikleri sanki hep benim peşimde koşturuyorlar, sanıyordum…
Kendi içimdeki ıssızlığın meydanlarında kasım kasım kasılan bir pehlivandım, yalnız başıma…
( …..Ve sanki unutmuştum; dikkatle okumadan naklettiği bir yemek tarifi yüzünden başına neler geldiğini bir dostumun…
Unutmuştum sanki, kendi inadı yüzünden yerini terkeden ve bir daha da izi bulunamayan dev gibi bir kalem sahibini… Sonra, yanlış bir reklamı tercih ettiği için, yüzlerce çalışanının ve onların ekmek götürdüğü pek çok günahsızın üstüne büyük bir gümbürtüyle çöken müesseseyi… Sanki unutmuştum…)
Bir yanlış söz…
Bir yanlış görüntü…
Bir yanlış düşünce…
…Ve yoldaki bir küçücük taş!..
Demek ki… Son günlerde… Nasıl da havalardaydı ki burnum;
Al sana burun!.. Al sana göğüs!.. Al sana gurur, al sana nefis!.. Al sana şan, şöhret, al sana itibar!.. Al sana!..
…..
Yerlerdeyim;
Bir gün, yerlerin de altında olacağımı bilerek!
Hayret mi, yoksa hayret değil mi bilmiyorum..
Çünkü, yine de peşrev çekiyor…
Parıl parıl parıldayan manda derisi kıspetine attığı şamarlardan sıcak zeytinyağları sıçrata sıçrata nâra salıyor içimde, bir deli pahlivan…
Kabarıyor; omuz çekip göğüs itiyor…
…..
Sanıyor ki, bütüüün meydanların efendisidir; kendi içindeki tek meydanın kimsesizi!..
….
Sanıyor ki;
Toprakla gözgöze gelinmeez!..
…..
Son günlerde nasıl da kasım kasım kasılmadaydım…
Nasıl da!..
———————————————————-
Ben sana mahkûm
Sen; maviye tutkun, tutuklu / Ben sana mahkûm / Ben penceresiz / Ben çaresiz / Hep gecedir hep karanlık / Hücremin bacasından tüter / Maviye hasret / Maviler ki bana mahkûm…
Bir sen yoksun yokluğunun içinde / Ben yokluğuna / Ben / Maviyi soluyan karanlığına mahkûm / Bir anlatsam / Aklı karışır aklının / Ben karışan aklımla / Ben sana mahkûm…
İçimde iki can beslenir / İki canın birinde ben / Yine o can ki / O da maviye seslenir / Mavilerden biri tutmuş / Geçmişin eteğinden / Çekiştirir, çekiştirir / Maviye hasret / Kapkara zindanlarıma seslenir! / Bir anlatsam / Aklı karışır, aklının / Hâlâ anlaşılamadığımızda durur / Bir sürü suçsuz mahkûmluk / Biri de ben! / Ben sana mahkûm… / Kısacası; portakal, kabuğuna… / Ben ikisine mahkûm / İkisi benden habersiz / Oysa / Nasıl özlerim, toprağın bizi bekleyişini!.. / Açsın diye dalımda özgür çiçekler!.. / Hadi aç pencereni / Hadi aç! Hasretim dolsun içeri / Sen maviden çürü / Ben senden, ölüp ölüp dirileyim / Karışsın, aklının aklı! / Karışsın, karışsın… / İçinden ben çıkayım. / Sen yine içimde kal! / Ve ben de, yine / Hep sana mahkûm / Hep sana mahkûm!..
Sultan Yürük
Vakit geçmeden
Size yaşanmış bir olayı aktarmak istiyorum: Kahramanlarımız iki kişi. İki eş…
Bunlar kırkıncı evlilik yıldönümlerini kutluyorlarmış. Hanım güzel bir sofra hazırlamış. Her zaman ekmeğin içini yermiş. Ama bu akşam ekmeğin içini eşinin önüne koymuş. Adam sofrada bu manzara karşısında gözyaşlarına boğulmuş.
“Hanım, demiş…
Kırk yıldır hep ekmeğin içini yemek istiyordum. Bunu istediğimi nerden anladın?..”
Tamara Tomurcuk
Sır saklamak ve yaklaşmak
Yavuz Sultan Selim han da, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona:
“Sen sır saklamayı bilir misin?” Diye sormuş. Vezir;
“Evet hünkarım, bilirim” dediğinde Yavuz cevabı yapıştırmış:
“Ben de bilirim!..”
…..
Sultan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip telaşla:
“300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor” der.
Alparslan hiç önemsemeyerek cevap verir:
“Biz de onlara yaklaşıyoruz!..”
Stop
Muammer Erkul
15 Kasım 2000 Çarşamba