Gazetecilikle ilgili ilk hatıram, iki üç karışım büyüklüğündeki ajans fotoğrafları…
Henüz tarihten, yıldan filan anlamıyorum.
Harmantepe’nin kuzey yamacında, pencereleri Karlıtepe’ye doğru bakan bir evdeyiz.
Bildiğin bir gecekondu.
Babam sahildeki Cam Fabrikası’nda çalışıyor.
Yani anlatacağım konu ile hiç alakası olmayan bir yer ve durumdayız.
O tarihte insanlar ancak mecbur kaldıkça fotoğraf çektiriyor, fotoğraf denen şeyler ise zaten bir kibrit kutusundan biraz büyük. Çevrede, insanların görüntüsünün alınmasını uğursuz sayanlar bile var.
Bizim evdeyse, arkası AA damgalı ajans fotoğrafları!
Hem de bunlar, hani öyle bir binanın önünde esas duruşta dizilmiş insanlar değil…
Uzak doğu mu, Güney Amerika mı nedir, iç savaş devam eden bir ülkedeki gerillaların hareketli pozları… Afrika’dan görüntüler; zavallı insanlar, sefil çocuklar.
Zihnime kazınıyor: Savaş çok kötü bir şey!..
Küçük bir çocuğun minik avuçlarını düşünün; elimde bir dosya kâğıdının yarısı boyunda fotoğraflar.
Bunlar "Nejdet’in fotoğrafları" yani isimleri bu…
O beni görmüş mutlaka ama ben onu hiç hatırlamıyorum.
Kim bu Nejdet?
Belki de en merak ettiğim gazetecidir ve hiç bir zaman da izine rastlamadığım…
Babamın yaşı o zaman kırk bile değil, Nejdet denen adam ise kaç yaşında, bilmiyorum.
Gazeteler malum, Cağaloğlu semtinde. Yani Avrupa yakasının en güney ucu. Bizim ev ise Beykoz Harmantepe’de yani Anadolu yakasının kuzeyinde…
Bir adam, bir gün babamın gecekondusunun iki odasını kiralamış.
O zamanlar herkesçe bilinen ve elbette en çok da bağıra çağıra sokaklarda, vapurlarda filan satılan Ekspres Gazetesi’nde çalışıyormuş.
Babamın anlattığına göre; yüzbaşı imiş ve Suriye hududunda görev yaparken büyük bir kaza geçirmiş. Kaburga kemikleri kırılmış, hatta "bundan sonra aileyle yaşayamaz" demişler.
Malülen de emekli etmişler…
O da anahtarları karısına bırakmış, çıkmış ve İstanbul’a gelmiş…
Nasıl olmuş bilmem, ama sonradan başka bir kadın macerası filan da anlatırlardı…
Soyadını bilmiyorum.
Adı, Nejdet…
O beni görmüştür belki ama ben onu hiç hatırlamıyorum.
Cağaloğlu’ndaki gazeteden çıktıktan sonra, Eminönü’nden bindiği ve her iskelede duran kömürlü vapurdan belki bir buçuk saat sonra Paşabahçe’de inen… En az yarım saat daha yürüyerek Harmantepe’deki eve varan işte bu adam, benim gazetecilikteki ilk hatıramdır…
Not:
25.11.2012 Pazar günü öğleden sonra,
ben bu hatırayı yazarken, babamı telefonla aradım ve tekrar ettirdim.
Hikâye çok eski ya, tekrar dinledim ve ondan sonra yazdım…
.