Kolay gele… [27 Eylül 1999 Pazartesi]

Kolay gele…

Yirminci asır bitti; En gelişmiş bilimsel cihazlar ve laboratuvar imkanlarını ellerinde bulunduranlar bir tek hücre bile yapamadan!..
Yirminci asır bitti;
Bir hücre yapamayanlar, bütün hücrelerin şuursuz toprak, su ve havadan ibaret olan tabiatta kendiliğinden olmayacağını anlayamadan.

Acaba bu durumda “topraktan daha bilgisiz, sudan daha akılsız ve havadan daha şuursuz olduğunu” nasıl izah edebiliyor bazıları;
Yirminci asır biterken?..

Bütün asırları bir Yaratan var…

Herkesin, akıl ve şuurdan mahrum olduğunu kabul ettiği atom ve moleküllerin bir araya toplanarak hücreleri, hücrelerin dokuları, dokuların organları, organların da vücutları nasıl meydana getirdiği “nasıl” izah edilebilir?
Milyonlarca çeşit böcek, sürüngen, uçan ve yürüyen hayvan; bitki, ağaç… Ve insan.
Bir o kadar çeşit göz, mide, kalp, deri, sindirim ve boşaltım sistemi; ses…
Bunca yıldır, yaratılan her insanda bir diğerinde olmamış olan parmak izi, saç kesiti, göz yapısı, ses tonu, sima…
Bunca yıldır yere düşmüş olan ve her birinin yapısı bir diğerinden farklı olan kar taneleri… Kelebek kanatları… Kokular…

Ama, yirminci asır bitti;
Toprak hâlâ bilgisiz, su hâlâ akılsız, hava hâlâ şuursuz…
Ve “tesadüf” hâlâ ahmak!

Araştırmalar gösteriyor ki;
Bir insanda ortalama 60 trilyon hücre, her hücrede bir milyona yakın protein, her proteinde de 8 bin amino asid bileşiği var.
Her bileşik 5 elementten (Karbon, Hidrojen, Oksijen, Azot, Kükürt) meydana geldiğine göre bir tek proteinde 40 bin atom var demek oluyor.
Tabiatta düzensiz ve dağınık vaziyette 103 kimyevî element bulunduğundan, sadece bir tek protein molekülünü meydana getirmek üzere, yukarıda sayılan 5 elementin tesadüfen bir araya toplanma ihtimali;
Meşhur İsviçreli bilgin Charles Eugene Guye’ın hesaplamasına göre 10 üzeri 160 ihtimalde birdir…
(Belirtilen sayı, 1 rakamının yanına 160 tane sıfır koyarak elde edilir ki, böyle bir sayı henüz yeryüzünde yoktur.)
Dikkati çekmekte fayda var; bir hücreden değil, her hücrede bir milyon civarında bulunan bir tek proteinden bahsediliyor.

Yirminci asır bitiyor;
Yüzbinlerce tür canlının milyonlarca ferdinden bir tanesinin bir hücresinin bir parçasının dahi tesadüfen, akılsız ve şuursuz sebepler tarafından meydana gelemeyeceği yeni mi anlaşılıyor ne?..

Bahsedilen proteinlerden sadece bir tekinin tesadüfen meydana gelebilmesi için aynı ilim adamı tarafından yapılan araştırmalara göre 10 üzeri 243 seneye ihtiyaç vardır. Yani 10’un sağ tarafına 242 adet sıfır koyarsanız, çıkan sayı kadar senede ancak bir tek protein “tesadüfen” meydana gelebilir!
Yani ihtiyar dünyamızın yaşı bile bir tek proteinin tesadüfen meydana gelebilmesi için yeterli değildir…

Yirminci asır da bitti…
Ama hesabı bilinmeyen ilk asırdan bu yana hâlâ her an her canlının vücudunda trilyonlarca yaratılışlar meydana geliyor;
Yirminci asır da bitti…
Birileriyle hâlâ bunca bilgi, akıl ve şuur işinin; bilgisiz, akılsız ve şuursuzca “nasıl olmuş da olmuş” olabildiğini bulmaya çalışıyor!..
Onlara kolay gelsin.

———————————————————

Aramızdaki izler

Ardında cetvel gibi dümdüz bir çizgi bırakabilmiş kaç kişi var, bilmiyorum.
Hepimiz, karşımızdakinden böylesine düz bir hat beklediğimiz halde, sorularımız kendimize de yöneliyor mu dersiniz?..
Kendi çizgimiz dümdüz mü?..

Bu, zor…
Hem de zorun zoru!
Ben biliyorum ki; bıraktığım iz zigzaglarla dolu.
Peki şimdi ne yapmalıyım?.. Jiletlemeli miyim kendimi?.. Hayır.
Bunu bilmem… Dönüp, kendi çizgime de bakıyor olmam, bana farklı bir “bakış açısı” ikram ediyor:
“Kendi çizgim de dümdüz değil!..”

Bu; karşısındakine yaklaşırken inanılmaz bir olgunluk kazandırıyor insana. Ve onun iki noktası arasına cetvel dayamaktan alıkoyuyor bizi.
Çirkinlikler ardımızdaki eğrilerin tortusu…
Ama mevcut güzelliğimizi de aynı yollardan sırtlayıp getirmişiz bu noktaya kadar!..
İnsan “yapacaklarının” cezasını çekmiyor…
Veya “hayal ettiklerinin” madalyasını takmıyor.
Öyle değil mi?..
Esnemeler yoldan sapmak olmayabilir.
Güzergâh değiştirmek, belki de bataklıkların etrafını dolaşmak içindir!
Herkesin yoluna aynı manialar çıkmayabilir. Asıl bakmamız gereken şu:
“Rota değişmiş mi?.. Yüzümüz hep varacağımız limana doğru mu dönük?..”
Rüzgârlar veya şiddetli fırtınalar savursa bile bizi, batmadığımız sürece hep yön tayinine dikkat etmiş miyiz?..

Zor aslında başkalarının çizgilerine koyduğumuz cetvelle kendi izimizi de kontrol etmek. Zorun zoru.
Ama yapmalıyız.
Bu, ayrıca bize kılavuz da olabilir. Varacağımız noktaya kadar…
Asıl gitmemiz gereken orası: Ulaşmak istediğimiz ikinci nokta.
Karınca misali;
Yola çıkıyor ya Kâbe’ye gitmek için. Ve “gidemezsin” diyenlere dönüp:
“Yolunda ölürüm”..” diyor.

——————————————————-

Sürate bak!..
Temel taksinin şoförüne komutunu verdi:
“Doğru havaalanına çek!..”
Arabanın şoförü bozuldu:
“Burası zaten havaalanı kardeşim!..”
Bunun üzerine Temel cebinden çıkardığı beşyüz binliği şoföre uzatıp fırçasını attı:
“Anladık, anladık!.. Ama sakın bir daha böyle süratli gitme, tamam mı?..”

Stop
Muammer Erkul
27 Eylül 1999 Pazartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir