Konu çocuk ise…
Zig Ziglar, “Ebeveynler için bazı ipuçları” diyerek, (aslında değişik yerlerde fıkra olarak da anlatılan) bir hadiseyi anlatıyor:
Bayan Johnson, küçük Billy’nin odasına girdiğinde onun parmağını sarmakta olduğunu görmüş.
“Ne oldu?” diye sormuş.
“Ona çekiçle vurdum.”
“Ama ben senin ağladığını duymadım.”
“Senin evde olmadığını düşünmüştüm!”
A.H. Berzen
Bu minik afacan hayatı yakından öğrenmiş. Olumlu bir çocuk yetiştirmek için, ebeveynler ve büyükanne ile büyükbabalar, çocuğu arasıra kendi başlarına bırakmalı ve ihmal etmelidirler.
Birşey olduğunda, her seferinde küçük (çocuklar) ağlar, böylece anne ve baba kendilerine uzun süre boyunca bağımlı kalacak olan bir “ağlama bebeği” yetiştirme yolunda ilk adımı atmış olurlar.
Yanlış anlamayın. Eğer çocuğunuz düşerse ve gerçekten bir yerini incitirse, tabii ki sizin ilginize ihtiyaç duyacaktır.
Geliştirdiğimiz küçük tekniklerden birisi de küçük kızımızın ani tepkilerini izlemekti. Eğer gülmesi mi, ağlaması mı gerektiğine karar veremezse, ona; “Buraya gel de seni kucağıma alayım” diyorduk. Eğer yerinden kalkarak yanımıza gelirse onun gerçekten bir yerini incitmediğini anlayarak rahatlıyorduk.
Unutmadığım olaylardan birisi de şuydu: Torunum “günışığı” dört yaşındaydı ve yoktan bir fiziksel ya da hissi bir incinmeden dolayı ağlıyordu. Dolaptan büyük bir karıştırma kabı aldım ve gözyaşlarının kaybedilmeyecek kadar değerli olduğunu, dolayısıyla onların hepsini bu karıştırma kabında biriktirmesi gerektiğini söyledim. Her ikimiz de bu söylediklerimi çok komik bulduk ve gözyaşı toplama süreci sona erdi.”
…Diyor.
Çocuklar (ve bütün insanlar) hakkında öğrenecek ne çok şeyimiz var, değil mi?..
——————————————————–
Müjde ister misiniz?..
Size hakikî bir müjdem var bugün… Ama Cumartesi gününe kadar sabredebilirseniz!
Dünyanın en çok satan (azıcık abarttım!..) kitaplarından biri olan Sevmek Ölmekle Başlar’ın yazarı Murat Başaran, cumartesi günü elimin altında olacak ve onu (gene) sizin karşınıza çıkaracağım…
Kol kola bir imza günü-tanışma-sohbet ortamı hazırlandı sizler için. İstanbul, Çemberlitaş Fırat Kültür Merkezi’nde. Saat 13.00’ten sonra.
Murat Başaran ve ben, Bul Beni’yi henüz bulamamış ve Sevmek Ölmekle Başlar’ı henüz görememiş dostlarla beraber olacağız inşaallah.
Bekliyoruz.
Aşk bu kadar yakışmamıştı Özcan’a…
İlkin gözlerini tuttum hafızamda
Aşk Bu Kadar Yakışmamıştı Bana’daki bir şiirdi okuduğunuz…
Kitap Özcan Ünlü’nün beşinci kitabı.
Birey Yayıncılık’tan (0212 511 33 69) çıkmış sevimli bir eser.
Sadece sıra numarası konmuş “isimsiz” şiirler bana garip gelmiyor. Hoş hatta; değişik zamanlarda yazılmış müstakil şiirlerin derlenmesinden çok, bir “bütün” olan kitabın, eksik kalsaydı yadırganacağı hissini uyandıran parçaları, organları sanki bu çalışmalar…
Hatta alışılmışın dışında (nesir) denemeler de var kitabın içinde.
Ve yine şiir kokan fotoğraflar…
Benim bu köşede bahsettiğim her bir dostuma güvenin…
Benim bu köşede bahsettiğim her bir dostum, gökkuşağının başka bir rengindedir.
Ne yaptıklarını…
Ve neyi ne için yaptıklarını bilirler.
Şimdi, Aşk Bu Kadar Yakışmamıştı Bana’nın sayfaları arasında dolaştıracağım sizi;
Tutun elimden…
47.
Uzun ve sensiz bir geceden çıktım
Yorulmuş rüyâlara astım resmini
Her sabah söyledim, yine söyledim
Günışığı silemedi ismini.
Çatılara tutunan güneşle girdim
Huzursuz sabahın en kör ânına.
Aynı duvar, aynı yüzler ve aynı telaş,
Bitmeyen ıstırâbı sensiz günlerin.
Yavaş yavaş batıyor iğnesi hüznün
Yüreğim sensizlik koyunda mahzûn
Dörtyol bulvarında çaresiz
Ağlayan kuşların kanadı olmuş.
Sararmış mektuplar, susmuş şarkılar
Sensiz, kâbus dolu geceden çıktım.
48.
a.
Döküldüm küçük bir bardak gibi
Düşerek zamanın sarkacına.
Her yanıma, her yanın dolsun istiyorum,
Çıkıp mahşerinden hüznün ve şehrin
Dağılmak ovalarına, paramparça:
…Çiğdem kokulu rüyaların tam ortasında. Sessiz gözyaşlarıma vitray süsü veriyorum. Bir yanım cehennemî sıcaklığıyla güneş, diğer yanımda kavurucu Estel varoşları.
Bütün binaların şark duvarlarında hayâlin, Bütün pencerelerde gülüşün saklı. Gülüşün ki, uzanıyor kavsuklaşmış yaprakların arasından. Uyanıyor bedevî kılıklı insanlar… Şehir seni konuşuyor. Şehir sana koşuyor. Bir trajediyi oynuyorum yalnız başıma. Aklımda beylik tiradlar ve acı bir sultan gülümsemesi dudaklarımda…
b.
Döküldüm, kolsuz ve bacaksız sokaklara
Uğultuyla yürüdüm su sesli kalabalıklarla,
Bir yanımı çan götürdü, diğer yanımı ezân.
Durdum: Durmalarıma hayret ederek:
…Çiğdem kokulu düşler pazarında ben ve elimde kalem. Her geçen beni soruyor. Besbelli ölünmüş günlere çıkıyor sesim. Köşelerde soluk gülüşleriyle çocuklar. Dalgın ihtiyarlar ve iyice irileşmiş gözleriyle genç kızlar. Değilsin. Hiçbiri sen değilsin bana sarı dişleriyle sırıtan kalabalıkların. Çalan şarkılar, düşme ihtimali olmayan yıldırımlar, sokak afişleri ve gergedan sırtlı dağlar, tepeler… Beni de götür, beni de al, beni de çağır; bu sağır ve görkemsiz hayattan…
c.
Susuzum; çölünde serâba götür
Rûhuma fısılda aşkını, gülüm
Hüzünden giydiğim bu hasreti yırt
Yalnızlık soframı talan et
Güldür gülmelere hasret yüzümü
Gözüme mutluluk iksirleri sür.
Aşk Bu Kadar Yakışmamıştı Bana-Özcan Ünlü Birey Yayıncılık (0-212- 511 33 69-Faks: 511 77 16)
Siz de görüyorsunuz değil mi?.. Aşk hiç bu kadar yakışmamıştı Özcan’a…
1 ARALIK 1999 ÇARŞAMBA
28 Şa’ban 1420
*Rumî: 1415-Kasım: 24
*12. ay, 31 gün, 48. hafta, Yılın 335. günü-Kalan gün: 30
*Latin harflerinin kullanılmaya başlanması. (1928)
*Türkiye’de (bugünkü) vasatî saatin kabûlü. (1925)
Sevgili Peygamberimizden:
Sinirlenmek, şeytanın vesvesesinden hâsıl olur. Sinirlenince abdest alınız!
Stop
Muammer Erkul
01 Aralık 1999 Çarşamba