Kırmızılı, lacivertli, sarılı, yeşilli; kalpli, … ve pofuduk ayılı pantolon [29 Ağustos 2000 Salı]

Kırmızılı, lacivertli, sarılı, yeşilli; kalpli, harfli, çiçekli ve pofuduk ayılı pantolon

-Ppsst!.. – Ne? – Şu nasıl sence?
– Vvaaah hharika bu…
– Sss… Sussana!
– Ben de istiyorum…
– Yavaş konuşsana biraz sen…
– Bana da almazsan bağırırım!
– Alayım mı, ne dersin, yakışır mı?..
– Al, al ama bana da al, noolur…
– Annene sor, belki aldırtmaz.
– Aldırtmaz olur mu, bence kendisi için bile ister…
…..
– Heh hee!.. İstemedi değil mi?. Büyükler bazen işte böyle şaşırtır insanı!.. Ama ben aynısından sana da aldım.

– Ya, babaa… Bunlar çokk güzel… İyi ki de aldık… Bunları giyip beraber dolaşırız seninle, değil mi?..
– Dolaşırız tabii… Ben bununla gazeteye bile giderim.
– Annem bunu tahmin etti zaten.
– Tahmin mi etti?..
– Evet…
“Şimdi o pantolonla işyerine de gitmeye kalkar ve herkes artık onun delirdiğinden emin olur…” dedi.
– Böyle mi dedi gerçekten?
– Hıı!.. Aynen böyle dedi.
– İyi… Desin…
Her iki konuda da yanılmadığını söylersin kendilerine!..
Hem bu kırmızılı, lacivertli, sarılı, yeşilli; kalpli, harfli, çiçekli ve pofuduk ayılı pantolon ile gazeteye gideceğim konusunda… Hem de işyerimde bana ayynen onun tahmin ettiği gibi dedikleri konusunda!..
Diyorlar ki; “Ahhaah, bugün de şöyle gelmiş, bugün de böyle gelmiş!..”
– Ciddi misin?
– Evet!..
– …
– Ee, o zaman “zaten diyor oldukları” bir şeyi demesinler diye mi bu pantolonu “giymeden” gideceğim yani iş yerime?..
– Kimse sana pantolon giyme demedi ki baba!.. Sadece annem; şimdi bununla gazeteye bile gitmeye kalkar, falan dedi… Çok beğendin ya!..
– Evet, doğru düşünmüş…
– Sen yine de istersen, bunları hiç almamışız gibi davran biryerlere giderken!

– Nasıl tanıyorlar beni en olmadık yerlerde anlamıyorum, diyorsun ya… Abicim, senden başka hiç kimse, üzerinde böyle A’dan Z’ye kadar rengarenk harfler… Koskocaman kırmızı-mor kalpler… Bir karışa yakın boyda pofuduk ayı resimleri bulunan pantolonlar giyip de, takım elbiseli ve kravatlı adamlarla gri-siyah renkte giyinmiş hanımların çalıştığı ciddi bir işyerine gelir mi?..
– E, burası kravatlılar kadar benim de işyerim değil mi?..
– Tamam, elbette senin işyerin, ama buraya böyle gelmemeliydin.
– Gelmediğim zaman maaşımı sen mi vereceksin?..
– İşe gelmemek ile bunları giyip gelmek arasında şöyle “kalın” bi fark var di mi?
– Bidakka yaa!.. Madem giyinmeyeceğiz de bunlar neden var?. Yani biz giymeyelim diye mi yapıyorlar, biz giymeyelim diye mi satıyorlar bu ayılı ve kalpli pantolonları?.. Bizler de giymemek için mi para verip alıyoruz, haa?..
– Belki de çocuklar için yapıyorlardır..
– Çocuklar için mi?.. Eğer ben paçalarından nah şu kadarını kestirip attırdığım bu bacakların içine bir defada girecek kişi bir çocuk ise; bu azman yaratık hiç şüphem yok ki zaten yirmisekiz kilo doğmuştur… Ve şu an ise boyu herhalde yedi-sekiz metre falandır!..

– Sonra nooldu peki?..
– Konuyu genel yayın müdürüne anlatmışlar…
Haliyle durum aynen aktarılacağı yerde “anlatıldığı” için, adıma özel emir çıkmış…
Üstünde harf, kalp ve ayı resmi bulunan rengarenk pantolonlar ile bundan böyle gazeteye gitmeyecekmişim…
– …
– Ben de dedim ki yazıişleri müdürüne; “Yazılı ve imzalı talimat olmadan ben bu emre uymuyorum…”
– Ee e?..
– Gitti ve genel yayın müdüründen “inadına” bir yazı aldı… Bak, işte burda. Al da sen oku şunu.
– Peki…
“Elemanlarımızdan ……. …..’un, kırmızılı, lacivertli, sarılı, yeşilli; kalpli, harfli, çiçekli ve pofuduk ayılı pantolonuyla gazeteye gelmesi yasak edilmiştir…
İmza. “
– Gördün mü?..
Hadi, kalk şimdi, gidiyoruz…
– Nereye?
– Kırmızılı, lacivertli, sarılı, yeşilli; kalpli, harfli, çiçekli ve pofuduk ayılı pantolonu alırken, tam yanında ne vardı?..
– Aaa… Aman Allah’ım, inanmıyorum!
– Söylesenee, ne vardı?
– Mavi tonlarda bir zemin üstündeki balık ağında her renkte balık, yengeç, ahtapot, hatta bir de eski ayakkabı resmi bulunan başka bir pantolon vardı!..

———————————————————

Tozlu defter
(Gölcük kaç yaşındaydı kim bilir… Ama Elif Akan ve Tuğba Kahyaoğlu onyedi yaşındaydı 17 Ağustos 1999 gecesi… Çok şeylerini yitirdiler o gece, çok şeylerini… Bir umutları kaldı yanlarında, bir de toza bulanmış defterleri…)
Evdeyim şimdi, satırlar var boş,/Evimde değil. yazılmak istiyorlar,/Odadayım şimdi, yazmak istiyorum./Odamda değil./hatıralar var hoş,/30 Ocak 2000 anılmak istiyorlar,/anmak istiyorum.yıllar var çok,/yaşanmak istiyorlar,/yaşamak istemiyorum.
22 Nisan 2000/Tuğba

Acıyı paylaşmayın
Biliyorum artık bunlardan sıkıldı insanlar. O kelimenin içlerini titretmesinden bıktılar. Herşey normale dönmeli. İnsanlar onun korkusuyla geceleri yataklarında tavana, duvarlara bakıp betonun soğukluğunu düşünmemeli.Herkes normale dönmeli. Biliyorum ama ben dönemiyorum. Kendimi bulamıyorum. Bedenimi o taş yığınından çıkarttım ama eski beni orda bıraktım. Benim gibi bir çok insan var, sevdiklerini, anılarını ve duygularını o yığınlar içinde bırakan…
Herkesin dediği gibi biz hayatta kalanlar şanslı mıyız ki? Evet yaşıyoruz. Canımız var ya! Yaşıyoruz işte, ya da öyle gözüküyoruz.
İkinci bir hayat, ilk hayatın kırıntılarıyla yaşanıyor… Acılar, mutluluklar hep o ilk hayattan…

“Acılarınızı paylaşıyoruz” diyerek bakan gözlere teşekkür ediyoruz, ama emin olun eğer bir sevdiğinizin bedenini çıkartmadıysanız bir taşın altından, sokakta yıkılan evinize bakıp en sevdiğiniz koltuğu görmediyseniz öylece, yıllarca tuttuğunuz notları, hatıraları, resimlerinizi bırakmadıysanız, yüreğinizin acısından kırılan bacağınızın, kolunuzun… Çiziklerle dolu bedeninizin acısını unutmayı bilmiyorsanız ve eğer taşlarını ezbere bildiğiniz sokağınızda kaldırımda ağlayan, bağıran bir anne, kanı sokağınıza akan bir ceset ya da tam o cehennemden çıkarılacakken, yeni ikinci bir hayata doğmuşken ilk hayatını tercih edip canını vücudundan bir kuş gibi azad eden birini görmediyseniz…
Anlayamazsınız.
DEVAM EDECEK


Stop
Muammer Erkul
29 Ağustos 2000 Salı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir