Leylâ ve aşk [24 Nisan 2005 Pazar]

Haber vermek için koştular…
-Seninki gelmiş bak, kapında ağlıyor!.. Dediklerinde, sordu Leyla:
-Ne istiyormuş gene, niye ağlıyormuş?..
-”Belli ki çok kalamam burada, gönderirler. Fakat, benden bir iz olarak; gözyaşımın tuzu kalsın diye ağlıyorum, kapısının önündeki toprağa…” İşte böyle diyormuş!..

-Hadi, şimdi siz başka bir şey sorup söylemeden yanına gidin.
Dediğini aynen yaptılar Leyla’nın; birlikte yaklaşıp, ikisi birlikte konuştular. İkisinin de selamını alan Mecnun önüne, yere bakıyordu… Sonra sordu kızlar, dediler ki:
-Söyle bakalım Mecnun, biz hangimiz Leyla’yız?..
…..
Bir süre konuşmayan adam, şöyle dedi sonunda:
-Sizler, ikiniz de Leyla’sınız!..
…..
Bakıştılar, gülüştüler ve bu zavallının iyice aklını oynattığını haber vermek için Leyla’nın yanına koştular…

Sessizce kızları dinleyen Leyla, şöyle dedi:
-Size onun sırrını vereyim, ama lafımı anlamaya çalışın…
Merkebi de çekip götürseydiniz yanına, üçünüzün de Leyla olduğunuzu söylerdi!.. Çünkü Mecnun, Leyla’ya; Leyla’nın “gölgesinden” bakıyor!..
…..
Gölgesine bakıyor Leyla’nın… Güneşten kendisine akan ışığın ne kadarını kapattığına bakıyor!.. Yani Leyla’nın gölgesine bakıp, aslında güneşi görüyor Mecnun…

Ben, bunları bilirken, söyleyin; beden olarak nasıl çıkarım onun karşısına?.. Ki zaten çıksam küçülür, eririm ışıkta. Kendi gölgemin ufaldığını görürüm yerde; bakışları altında!..
Hakikati şudur işin: Mecnun dönüp bana bakmamıştır bile, bakmaz da zaten; o yüzden tanınırım böyle ve ismim gider peşi sıra!..
Mecnun, tanımaz bile beni… Dürbünün camından uzakları seçen kimse gibi; camı görmez. Çoğu kimsenin ilgilendiği cam üstündeki kiri-tozu bile fark etmez!..

O bana bakınca beni görmüyor ki… O, bana bakıyor; aşkı görüyor!..
Güneşin önündeki ben neysem; Leyla da aşkın önünde o, Mecnun için!..
…..
Beni, dünyanın kabuğundaki gölgemde gören Mecnun; gölgemdeki karanlığı değil; hatları dışında kalan ışığı, aydınlığı görüyor!..
Mecnun, öyle âşık ki dostlar;
Aşkı görmek için beni arıyor ve beni görmemek için bana bakıyor!..
…..
Öyle ki; birkaç kilo alsam da gölgem azıcık büyüse; kendi kusuru/küçülüşü bilir bunu… Hasta olup zayıflasam ve ancak bir serçeciğinki kadar izim kalsa toprakta, şükreder/ağlar sevinçten!..

İşte bizim (anlaması kolay olmayan) hikâyemiz!..
Aşkı Mecnun gibi bilen kim olur? Ve beni Mecnun gibi seven kim çıkar?..
Ama ben, eğer Mecnun’a varsaydım… Yani aşk, böyle kolayca geçseydi onun eline; belki de “aşkını” kaybedecekti o zaman…
Ve belki de o zaman ne adımızı yazacaktı kitaplar, ne de inleyen çoğu Mecnunlar; “Leylaaa, Leylaa” diyecekti!..

Stop
Muammer Erkul
24 Nisan 2005 Pazar

 

2 yorum

  1. Bence bu yazıyı; aşkı beden güzelliğine sığdırıp birkaç gün sonra ”aşkım bitti” diyenlere okutmalı. Ve ne yazıktır ki, bugünkü gençliğimiz aşkı tv dizilerinden öğrenip telefonda veya internette yaşıyor, kalbinde değil…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir