İlginç bir kıssa
Aslan ile kurt arkadaş olmuşlar… Açlıktan kıvrandıkları bir gün, ovada otlayan bir at görmüşler. Tepenin üstünde atı seyreden aslan, kurda dönüp sıra ile sormuş:
– Gözlerim kızardı mı?
– Evet, demiş kurt.
– Kuyruğum dikildi mi?
– Evet…
– Tüylerim diken diken oldu mu?..
Kurt, yine; “Evet” deyince aslan yıldırım gibi ata saldırmış ve yere devirmiş…
İki arkadaş, kendilerine güzel bir ziyafet çekmiş.
……………………….
Bir zaman sonra aynı kurt tilkiyle dolaşmaya çıkmış. Öğlene doğru karınları iyice açıkmışken ovada otlayan bir at görmüşler ve kurdun aklına önceki hadise gelip, tilkiye sormuş:
– Gözlerim kızardı mı?..
– Yooo, demiş tilki.
– Kuyruğum dikildi mi?
– Hayır!
– Peki tüylerim diken diken oldu mu?..
– Olmadı, diyerek gördüğü gerçeği söylemiş tilki… Ama duyduklarına bozulmuş olan kurt;
– Evet, desene!.. diye kükremiş.
Tilki bakmış ki pabuç pahalı… Çaresiz;
– Evet… Evet, evet, demiş.
Marifetin, tilkiden duyacağı “evet”lerde olduğunu sanan kurt bir hışımla atın üzerine saldırmış… Saldırmış saldırmasına da, ömrünün en sıkı çiftesini yemiş!..
Tilki, cansız bir halde ve pestil gibi önüne yığılmış olan kurdun başında ona uzun uzun bakmış ve demiş ki:
– Hah işte…
Şimdi gözlerin kızardı, kuyruğun dikildi ve tüylerin diken diken oldu!..
——————————————————–
Gelirim yüreğimin sırtında
Beyaz atım yok benim. Şehzade de değilim;
Gelinim…
Gelirim…
Gelirim ama duvağının ardından,
Avucumda türküler; adından!..
Beyaz atım olmasa da,
Olmasam da şehzade, gelirim…
Gelinim.
Gelirim, hatta; “kim” de olsan zihnimde…
Gelirim, bildiğim için “bir yolun” ardında seni!
Bir yol…
Yollardan biri;
Hangisi?..
Gelirim, bildiğim için bulacağımı seni bir yolun ardında.
Bir yolun…
Yollardan birinin!
Dönsem, dönemem gayrı!
Dönsem, kaybolurum yayan yapıldak…
“Bulsam, bulamam, varsam, varamam.”
Diyemem…
Söyleyemem, söyleyemediklerimi…
Ah, nerdesin bilmeden ve nerdeyim bilmeden, gelirim bir pervane gibi;
Sana doğru…
Yanmaya!
Gelirim aç-biilaç, duvağının ardından bu labirent yollarda;
Yüreğimin sırtında!..
Gelirim.
Biliyorsun; beyaz atım yok benim, şehzade de değilim…
Gelinim!
——————————————————–
İsteyen bunları fıkra sanabilir
Çetin’le uğraşmak kolay mı?
Depremden bahsetmeden geçmeyelim dedik!
Pazar sabahı, kahvaltıdan sonraydı…
– Anneee, diye bağırdı… (Zaten yavaş konuşabildiğine şahit olmadım!..)
Annee, sen ne zaman evlendin?..
Aldığı cevaplar Çetin’in kafasını karıştırmış olmalı;
– Evlilik gününüz aynı da doğum günleriniz neden farklı farklı oluyor?..
Annesi iki paket çikolata almış. Biri Çetin’in elinde.
Ama elindekini yemiyor, pazarlık yapıyor;
– Birini sonra yemem için neden ısrar ediyorsun ki anne?..
İkisini de “şimdi” yiyeyim… Sonra, “kağıtlarını” yalarım!
– Kaybolmaktan niye korkayım ki?..
Siz demiyor muydunuz;
“Seninle kimse uğraşmak istemez” diye?..
Nasılsa biri beni bulur ve beni “size” getirir!.. Öyle değil mi?
Canımın sıkıldığını belli etmiş oldum… Beni uzaktan izliyormuş ki, geldi başıma dikildi.
– Ne var?..
– Hiç… Mürekkebim çok azaldı, yazı bitmeyecek…
– Öyleyse hızlı hızlı yazsana!..
Telefon geldi… Kimden bilmiyorum; çünkü annesinden önce Çetin kaptı ve bir süre konuştu…
– Hııı.. Evet. Yooo…. Tabii ki, size gelmeyi düşünüyorum… Ama, düşünerek size gelebilmeyi henüz öğrenemedim!..
Eve geldiğimde annesi bağırıyordu. Çünkü terasın camı “yine” yerdeydi.
– Tamam da, Çetin neden bağırıyordu?..” diye sordum annesine.
– Evimiz bu kadar değerli olduğu halde neden kurşun geçirmez cam taktırmıyoruz diye, dedi!
Çetin, düne kadar boynumda gezmekten çok hoşlanırdı. Ama gece bir saat “belgesel” seyretmiş;
– Artık beni sırtında taşıma, utanıyorum, dedi… Çünkü maymunlar da böyle yapıyor!…
Ama çok istiyorsam kanguruların yaptığını yapabilirmişim!..
Ardından da ekledi:
– Acaba kanguruların cebinde de, senin cebine “koyacak olduğun” çikolatalardan-mikolatalardan var mı?..
Dün gece sandalyeyi lavabonun önüne çekip üstüne çıkmış bağırıyordu:
– Ordaki (aynadaki) bensem, bu (kendisi) kiim?..
Stop
Muammer Erkul
06 Ekim 1999 Çarşamba