Masal ülkesi [17 Nisan 2005 Pazar]

Bir varmış, bir yokmuş… Ülkelerden birinin hükümdarı, bir gün şöyle emretmiş:
-Yarın sabah, bütün sokak başlarını tutun… Kim çıkarsa “çocuğunu” almadan evinin kapısından, hemen geri yollayın… Çocuğunu evde bırakanları, çocuğunu terk edenleri, çocuğunu kaybedenleri asla dışarı çıkartmayın!..
…..
-Emriniz başüstüne, diyen adamlar hemen işe koyulmuşlar. Sabah erken saatlerden itibaren evinin kapısından çıkanları hemen geri yolluyorlarmış. Çünkü özür ve mazeret kabul etmiyor, kendilerine söyleneni aynen uyguluyorlarmış…
…..
Yaşlı-genç, küçük-büyük, kadın-erkek bütün ahali sonunda kendilerinden bekleneni-isteneni anlamış; ve yarın sabah hiç kimse çocuğunu da yanına almayı ihmal etmemiş…

O sabah sanki herkes sözleşmiş gibi daha renkli, daha rahat, daha cicili bicili kıyafetler seçip giyinmiş üzerine… Bir kısmı sabırsızlığından evde bitiremediği kahvaltısını kağıda sarıp cebine koymuş ama her biri gülümsüyormuş çıkarken evinin kapısından…
Belli ki pek çoğu uzun yıllardır ilk defa başını kaldırıp gökyüzüne bakmış o sabah, bulutları fark etmiş, kuşları görmüş… Hatta bazısı, duvar kovuğuna kök salmaya uğraşan çiçeğin fısıltısını duymuş…

Hayretler içindeymiş herkes; bu şehir ne kadar güzelmiş, diye!..
Bu ülkede ne kadar çok gülümseyen insan varmış, diye seviniyorlarmış şimdi…
Yediden yetmiş yediye kadar her yaştaki genç hanımlar, biri birlerinin saçlarındaki tokalarla, elbiselerindeki süslerle ilgileniyor, bunların kendilerine çok yakışmış olduğunu söylüyor, onları nereden aldıklarını soruyorlarmış…
Onlarla akran delikanlılar da, karşılarındaki mahalle veya iş arkadaşlarının tıraşlarını kontrol ediyor, ayakkabılarına, pantolon kemerlerine bakıyor, kol saatlerini inceliyor; ve bugün ne kadar da yakışıklı olduklarını; kendilerini gören kızların yüreklerini hoplatacaklarını söylüyorlarmış…

Bugün, her biri durmak istese bile çocukları durmuyormuş kendi içlerinde…
Bir ses, kulaklarına; “şu çiçeğe de bak, üzülmesin zavallı” diyormuş sanki durmadan…
“Hadi şu kırmızı uçuç böceğini uçuralım, diye heyecanlanıyorlarmış…
Bu iş yeri çok renksiz, biraz süsleyelim, renklendirelim, biraz da eşyaların yerlerini değiştirelim…
Birkaç balonun içine şarkı doldurup havaya salalım, ki kuşlar da eğlensin bizimle birlikte!..”

“Kaç yıldır neden leyleklere el sallamamışım ki ben?..
Ne kadar ayıp; aylardır serçelere öpücük, yunus balıklarına gülücük atmamışım!..
Başıma peygamber çiçeklerinden mavi taçlar yapışım; kaç mevsim önceydi, unutmuşum!..
…..
Çocuğum!..
Çocuğum, seni neden yanıma almamışım ben bunca zamandır?..
Ve hatta, ne yazık ki; seni kaybettiğimi sanacak kadar geride bırakmışım!..”

Günlerden bir gün…
Sizin de ülkenizin hükümdarının emir mi vermesi gerekiyor; “çocuğunu almayan sokağa çıkmasın” diye?..
Yapmayın; içinizdeki çocuğu, mahzun ve boynu bükük halde kapınızın ardında bırakmayın…
Onu ağlatmayın…
Beraber gülün!..

Stop
Muammer Erkul
17 Nisan 2005 Pazar


 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir