Masumane sorular!..
Kıllık yapmanın bir nevi “ihtiyaç” olduğunu biliyor muydunuz? Ben, açıkçası bilmiyordum, uzuun uzun düşündükten sonra buldum bunu, farkettim, keşfettim…
…..
Babaa, dedi…
Sen niye bu kadar kıllısın?.. Eskiden çok mu kıl yiyodun?..
…..
Ben olsam boşu boşuna gülmezdim bu cümleye… Oldum… Ve gülmedim de zaten. Oldum değil, zaten varmışım!.. Bak gene okudum, gene gülmedim… Siz de gene okuyun gene gülmeyin, tamam mı?..
…..
“Sen niye bu kadar kıllısın baba, eskiden çok mu kıl yiyodun?..” Komiktir, komik değildir ama bu bi kıllıktır şimdi… Niye? Çünkü konuya bir kılın bakacağı perspektiften, çocuğun gözüyle bakıyorsun…
Peki çocuk nasıl görüyor?..
Çocuk, kendisiyle karşısındakini gayet masumane ve “o ânın şartlarına göre” mukayese ediyor… Hiçbir zaman genleri, maziyi, cinsiyeti ve “cins”likleri düşünmüyor konuşurken…
…..
Üç dört yaşındaki bir küçük kız çocuğunun da, elbette; neden babasının gömleğinin yakalarından, boynundan, yanaklarından, burnunun altından, burun deliklerinden, kulaklarının içinden (bir de kendisi gibi kaş, kirpik ve saç olarak) kıllar fışkırdığını, kendi zihninden bir şekilde cevaplaması lazım…
Anlatabiliyor muyum?..
İyi!
Yalnız, kıl ile gerçek kılları ayırdetmek lazım… Bunlar, aynı gözükse bile; ağaç ile balta sapı kadar da farklılar biribirinden…
Değil mi Sibel?
Hangi Sibel?
Desibel!..
Hohhahhaa, alın bi kıllık da benden geldi!..
Hava muhteşem. 2000 yazının son en güzel gecelerinden biri. Yanımda dünyanın en güzel kızı…
Üsküdar’dan yürümüş, Kızkulesi’nin yakınında sahile oturmuş, birer de çay almışız kendimize… Deniz, siyah-lacivert karışımı ve kıpır kıpır. Tam karşımızda, belki de İstanbul’u “bildik İstanbul” kılan muhteşem eserlerin ışıktan bedenleri…
Sağ yönümüzde iki gösteri birden yapılıyor. Biri Boğaz’ın karşı yakasındaki Dolmabahçe’de, diğeri (sırtlarda olduğu için buradan ayırdetmek imkansız ama) Levent veya Etiler civarında olmalı.
Bir o yandan, bir öbür taraftan art arda havai fişekler uçuyor, karanlığın içinde renkler birbiriyle oynaşıyor… Bu ılık gecenin harika manzarası altında sıcacık avuçlar biribiriyle buluşuyor…
…ken, duyuyorum onun sesini.
Diyor ki;
“İnanamıyorum!.. Bütün bu havai fişekleri Hawai’den mi atıyorlar şimdi?..”
Önce salak falan zannediyorum.
Elimde değil; gözüm Hawai… aman, şey yani havaî fişeklerde olduğu halde, kulağım gidiyor da sanki herifin ağzına yapışıyor!.. Bunca gürültünün arasında bütün söylediklerini duymaya başlıyorum…
…..
Neyden bahsediyorduk?
Hah, evet… “Kıllık” denen şeyden…
Ya, millet!.. Bu “iş” neredeyse birilerinin mesleği olmuş da, haberimiz yokmuş…
Havaî fişeklerin Hawai’den atıldığını “atarak” gecemizin romantizmine bir kurt gibi dalan bu tip; DJ: Disk jokey’miş… Benzer bir iş olarak VJ: Video jokey’ler varmış… AJ’ler ise; At jokeyleriymiş… Hani şu yarışlara falan katılanlar var ya, sıradan jokeylermiş yani AJ’ler!..
Biz eskiden bunları öğrenir ve söylerdik birbirimize…
Hani; “Artık ölsem de gam yemem, çünkü oruçluyum… Tenyalar bağırsakta yaşar, bağırmasak da…” filan…
Bunlar o zamanlar komik miydi, bize mi çok komik gelirdi, bilmiyorum… Ama biraz uğraşarak kendi sinirlerimizi bozup-gevşettik mi bi kere, ardından saatlerce kıvrıla kıvrıla gülerdik birbirimize yaptığımız esprilere…
…..
Lakin, mîrim, devir değişmiş…
Baksanıza, adamlar muhayyilemizin üçüncü-beşinci derinliğine hamle edip “şah” çekiyor!..
Şimdi de “tarih” dersi veriyor, bizimki:
“Şarkısı da var ya hani, bas bas bağırıyorduk bir ara; ‘bandıra bandıra ye’nilmek için… Hah işte, Türkler malum her şeyi bandıra bandıra yemeği severler. Osmanlılar zamanında da yemeği sürekli suyuna banarak yermişiz… Sürekli bana bana kollarında bi kas oluşmuş Osmanlıların… Bu kasın ismi de neymiş biliyor musun?
Osmanlı ban kası…
Biliyorum… Şeytan bana da; “al sopayı eline” diyor… Ama şeytan diyor diye, dediğini yapıp, elimizde sopayla elin herifine hücum edecek değiliz ya…
Bir yaz gecesinin yarısına doğru Salacak sahilinden akıntıya salınmak da var yani… Değil mi?..
———————————————————
İsimsiz
Hangi silgi siler kalbimden seni,
Hangi kurşun böyle derinden vurur;
Bir daha da bunca sever mi gönül?..
İki mısra
Damarlarımda tek bir akyuvar olur musun?
Hayat boyu yanımda kalıp, beni korur musun?
Efraim Tezcan-Burdur
Bir şiir
Ne sevgi, ne hürriyet
Şehir: Mermer ve tuğla!
Bil
Öyle aşılmaz
Ağla.
Arada saydam sınır,
Zamanla, insanla
Çağla.
Çarp ya da böl
Değişmez,
Sağla!
Sokak:
Geri gel!
Yalnızlık:
Boş ev!
Acı keskin,
Düş sabırsız,
Hadi sev!
Bilinmez ki,
Oluş sırrı
İmtihan
Ödev!
*Olcay Yazıcı
Stop
Muammer Erkul
14 Eylül 2000 Perşembe