Mavi kâğıttaki daire [29 Haziran 2001 Cuma]

Mavi kâğıttaki daire

Ya, etrafım kalabalıktı ve ben içimdeki huzura soyunmuştum;
Koca bir kıtanın ortasında minik bir göl bulmuş gibi…

Yahut, kendi karam olan minik adacığımda kılıç çekmiştim rüzgâra; bilsem de böldükçe çoğalacağını…
Kestikçe artacağını…
Ve parçaladıkça fırtınalar koparacağını başımda!..

“Bilmiyorum ki” yalanlarındayım şimdi;
Ne zaman düştüğünü o sıcak damlanın içime;
“Tıppp!..”

Ya etrafımın en kalabalık zamanında ben, içimde bir göl bulmuştum;
Boyluboyumca derin!..

Yahut kendi karacığımdaydım;
Ne yana baksam deniz!..

Yahut şöyle mi desem:
Hem içimde hem dışımda sen varsın!..
…..
Yani;
Okyanus içinde bir adacığım,
İçinde “kendi büyüklüğünde” bir göl bulunduran…
Mavi kâğıda, kara bir kalemle çizilmiş daire gibi yani!..

 
——————————————————-

Ah bir değişse şu…(!)

1
Herkes 67 yaşındaki annesini, 77 yaşındaki babasını değiştirmeye çalışıyor da; 27 yaşındaki karısına, hele hele 37 yaşındaki KENDİSİNE BAKMAYI akıl bile edemiyor…
Bu sırada 17 yaşındakiler, beğenmeyenleri beğenmeme aşamasına zaten gelmişler de, belli etmemeye çalışıyorlar…
7 yaşındakiler ise, bu geniş sınıfta “ders” öğreniyorlar; yarınlarda uygulamaya geçirmek için.

Adım Muammer…
Sizin adınız ne?..
Ben, sizin, şu anda, bunları okur veya dinlerken aklınızdan neler geçtiğini biliyorum.. Diyorsunuz ki;
“Helal olsun sana. Tam da filanı anlatıyorsun… Hay, ağzına sağlık… Ah bunları falan kişi de dinleseydi… Ama adam değil ki okusun böyle şeyleri…”
…..
Benim adım Muammer…
Sizin adınız ne?..
Ben “adım gibi” eminim, (hadi “senin” demeyeyim de) çok kişinin şimdi böyle düşündüğünden…
…..
Peki ya sen?..
Sobelendiğinin farkında mısın?..
(Söz, kimseye söylemem bu sırrımızı..)

2
Uzun zaman olmuş yazalı… İşte bu yazıyı, diğer karışıklığımın arasında buldum…
Okudum; “yarım kalmış” dedim!
…..
Gene buldum. Bu defa da; “acaba ne anlatmaya çalışmışım, şimdi anlayamıyorum” dedim!..
…..
Sonra tekrar bulduğumda;
“Yahu bunda bir eksiklik falan yok galiba, belki de anlamaya çalışmayan benim” deyip, derhal başa döndüm ve tekrar okurken… Şu en baştaki; “KENDİSİNE BAKMAYI” cümlesinde;
“Trrinnnk!..”
(Söz verin, siz de kimseye söylemeyin benim bu sırrımı!..)

 
——————————————————

İnekten bal, sinekten süt istenmez!

Yüz kere de söylenmiş olsa bana, bin kere de düşünmüş ve karar vermiş olsam… Yine de söküklerim dikiş tutmuyor!..
İlle de düşeceğim hep aynı çukurlara;
İnekten bal, sinekten süt isteyeceğim…
…..
Ve de üstelik deliye döneceğim;
İnekler petek öremeyip, içini bal dolduramadığı için!..

Var mı benim kadar acayip bir kişi daha şu yer yüzünde, bilmiyorum?..
“Yok efendim, şu koyun bu kemiği niye yemedi?..
Bunca zamandır besliyorum da, kapımın köpeği hâlâ niye yumurtlamadı?..”
…..
Lütfen söyler misiniz?..
Yalvarıyorum size; lütfen söyler misiniz “BANA” şu cümleyi:
“İNEKTEN BAL, ARIDAN SÜT ALINMAAAZ!..”

Ama niye?.. Niye mi?.. Var mı şimdi bu sorunun mantığı?..
Var tabii ki… Çünkü hayvanlar da bir bakıma aynen insanlara benziyor!.. Her birinin ayrı ayrı özellikleri var, ve misal; katıra uçmayı öğretemiyorsun…
Kaplumbağa şarkı söyleyemiyor…
Muhabbet kuşu bahçeyi bekleyemiyor…
Kediler arabayı çekemiyor…
…..
Ben işte bu ipuçlarını öğreninceye kadar ne hatalar yaptım, ne kalpler kırdım, ne bunalımlar yaşadım, biliyor musunuz siz?..

Ama sonunda…
Nihayet öğrendim, ve rahatladım.
Hayvanlar da aynen insanlar gibi; her birinin ayrı ayrı özellikleri ve de böylece güzellikleri var…
…..
Yani, nihayet öğrendim sonunda:
İnekten bal, sinekten süt alınmaz!

 

Stop
Muammer Erkul
29 Haziran 2001 Cuma  

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir