Mektup
Anlatmak ve yazmak istediğim o kadar çok şey var ki, fakat bunları yazmaya cesaretim yok gibi… Halbuki ne kadar dertliyim, dertlerime ortak olacak bir dosta ne çok ihtiyacım var. Sizin çok geniş bir yüreğiniz olduğunu ta içimde hissediyorum. İnsanları sevdiğinizi ve onları sevginizle yaşatmak istediğinizi de biliyorum.
Aslında ben kendimi mutsuzluğa mahkum ediyorum. Kendime bu kötülüğü yapıyorum. Oysa ki hayatı, mutlu olmayı çok istiyorum. Allah’a yalvarıyorum; “Bana kendimi sevdir, bana güç ver, yardım et” diye. Hayatımın sonuna kadar böyle kalmak istemiyorum. Şimdiye kadar kalbimi hayatımda iki kişiye bu kadar geniş açabildim. Biri, çok sevip saydığım edebiyat öğretmenim, diğeri de daha benim kim olduğumu bile bilmeyen çok uzak, am çok yakın siz; Muammer Abi…
Sevgili abiciğim; ben hayatı, insanları ve aslında evreni çok seviyorum. Hayatta kendime çizdiğim güzel ideallerim var. İçimde, gelecekte güzel birşeyler yapacağım heyecanı var… Ve biliyorum ki; ben kendimi sevmedikten sonra başkaları beni gerçekten ne kadar sevebilir?!.. Sizin yazılarınızla geçen sene tanıştım. İlk önce bana pek bir tuhaf geliyordu yazılarınız. Anlamakta zorluk çekiyordum. Ama zaman geçtikçe okuyup anlamaya çalıştıkça, o yazıların içinde sımsıcak ve koskocaman, sevgi dolu bir yüreğin olduğunu hissettim. Çoğu zaman, kenidmi iyi hissetmediğimde, sizin yazılarınızdan oluşturduğum kitabımdan rastgele bir sayfa açıp okuyorum. Rastgele… Çünkü onların hepsi aynı tesiri yapıyor bana.
Bu ilk mektubumun elinize geçeceğinden bile emin değilim. Mektubum”maalesef” biraz karamsar olsa da; senin karamsarlıkları karın altına gömüp, üstüne beyaz kardelenler yeşerttiğini biliyorum. Sen, küçücük yüreğinde milyonlarca dünya barındıran bir kişisin. Sevgi dolu yüreğindeki dünyalardan biri de ben olmak istiyorum. Bana da yer var mı o güzel yüreğinde?..
(…)
——————————————————–
Unuttuğun bir şey var
Postacı buldu yolumu… Getirdi kapıma, elinden tuttuğu mektubunu!
Dedi ki; “Seni arıyordu…
Seni arıyordu korkmuş, üşümüş ve yorgun…
Seni arıyordu gözleri yaşlı…”
Ve bana baktı mektubun;
Ağlamaklı!..
Başbaşa kaldık ardından.
“Başbaş” yaptı postacıya mektubun;
Kucağımdan!
Zarfını aldım sırtından;
Teni ışıl ışıldı, gözleri pırıl pırıldı, dili cıvıl cıvıldı…
Sarıldım;
Sıcaklığınla!
Sarsıldım…
Anladım; unuttuğun bir şey var!
Senindi kör yollarda beni arayan mektup… Senindi bunca güzel işlenmiş kelimeler.
Ve hatta ölçtüm, tattım;
Senindi bu ruj izi! Rengini soldurmamış uzayan mesafeler…
Üstelik sıcacıktı; kırılmış ekmek gibi!
Unuttuğunu gördüm mektubunda bu sefer;
Herşey tam ve tamam da “birşey” yoktu içinde…
Kokun!
Neden gelmedi bu mektubun cebinde?..
———————————————————
Stoplayanlar
Mustafa Kuş-Durağan/Sinop, Yusuf Dinç-Akhisar, Servet Hiçdurmaz-Turgutlu, Hilal Okur-Erenköy, Esma Gülcan-Dortmund, Sinan Yaprak-Mersin, Arzu Gezer Eyüp, Murat Erbil-Akdağmadeni/Yozgat, Nihal Soytürk-Zonguldak, Sevgi Gonca-Ankara, Leyla Sakarya-Söke, Semra Türkmen-Uşak, Soner Akyüz-Kırklareli
Çamaşır İpleri
Köhnemiş apartmanın son katı; çatıdan iplik iplik su sızmakta. Genç bir delikanlı enerjisindeki damlaların kimisi ta yerlere kadar ulaşma gayretinde, kimisi çamaşır iplerini hedeflemenin telaşında. Pırıl pırıl, pembe-beyaz yumuk bir el, rengarenk mandalları çamaşırlara tutturma çabasında. O gün son cemredir ve tabiat yeşil kürküne bürünecektir.
Yumuk beyaz el, son mandalı takıp, hafif esen rüzgarın bağrına güvenle salıverecektir dört sıra halindeki çamaşırları. İlk sıra çocukların, ikinci sıra ihtiyarların, üçüncü sıra kendilerinin, dördüncü sıra ise havlu, sofrabezi gibi eşyaların ipidir. Ufacık bir yer boş kalmıştır ve oraya bir serçe konar. O gün üçüncü cemre düşmüştür ve tabiat yeşil kürkünü giyme telaşındadır.
Birkaç yıl sonra:
Mekân yine aynı… Yumuk el mandalları birer birer tutturma çabasındadır. Birinci sıra çocukların, ikinci sıra kendilerinin, üçüncü sıra havlu ve sofrabezi gibi eşyalarındır. Birkaç serçe konmuştur ihtiyarların çamaşırlarından boşalmış dördüncü çamaşır ipine. Ve o gün son cemredir, tabiat yeşil kürküne bürünecektir.
Birkaç yıl daha sonra:
Mekân aynı mekân… Biraz pörsümüş yumuk eller, gene mandalla çamaşırı buluşturma gayretindedir. Birinci sırada artık, büyüyüp her biri ayrı tarafa giden çocukların değil, kendilerinin çamaşırı serilidir. İkinci sıra sofrabezi ile havlularındır. İki ip
dolusu serçe cıvıldaşmaktadır. O gün son cemredir ve tabiat yeşil kürkünü naftalinli dolabından çıkarma hazırlığındadır.
Yıllar sonra;
Morumsu damarları görünen, buruşuk ama hâlâ yumuk eller, ağır hareketlerle tek sıra halinde mandal takma gayretindedir. İp cambazlığı yapan serçelerin sayısı üç sırayı bulmuştur. O gün son cemredir… Tabiat, naftalinli yeşil kürkünü giyme hazırlığındadır.
Yıllar, yıllar sonra;
Köhnemiş apartmanın köhnemiş çatısından iplik iplik su sızmakta ve damlalar hiçbir çamaşıra isabet etmeden ta yere kadar inebilmektedir. İp cambazlığı yapan serçelerin sayısı bir ip daha çoğalmıştır. Ve o gün son cemredir… Tabiat, artık güvelenmiş yeşil kürkünü giyme hazırlığındadır. O gün son cemredir… Fatma Pekşen
Bir damla gözyaşı
Gözyaşı olmak isterdim; Gözlerinde hayat bulup, yanaklarında yaşayıp, dudaklarında ölmek için!..
Esma Gülcan-Almanya
Benim için önemli
Uludağ Tıp 3. sınıf öğrencisiyim. Yaklaşık 2 yıldır okuyorum sizi. Duygularımı, düşüncelerimi, düşünemediklerimi yazıyorsunuz. Bu benim için çok önemli. Yol göstermeniz ve verdiğiniz umut benim için çok önemli. Size kendimden bahsetmek istiyorum… Bu, “neden” sorularıyla dolu, öğretici, bir o kadar zahmetli bir yol.
Zaman zaman dayanamadığım bir şey var: Gelecek endişesi ve geçmiş. Bunu sizinle tartışmak isterdim… İnsan, ayakbağı olan geçmiş ve bir ihtimal yaşanacak gelecekten nasıl kurtulur? Hayatının bir parçası olmayıp onu en çok etkileyen şeyden nasıl kurtulur? İnsanda yolun sonunu bilme isteği neden var? Eğer yolun sonunu bilmemesi gerekiyorsa, hatta tahmin etmemesi gerekiyorsa?.. Planlar da yetersiz kalıyor..
En içten sevgilerimle.
Şûle Yıldırım-Bursa
Stop
Muammer Erkul
20 Ekim 1999 Çarşamba