Mesleğim ne, biliyor musunuz? [11 Ocak 2009 Pazar]

Yazarlık yaptığımı sansanız da; benim mesleğim televizyon seyretmek!..
Hayranı olduğum televizyonsuz kimseler hariç, herkese sormak lazım; “televizyon seyretmek işi” günde kaç saatlerini alıyor?
Dürüst olalım, itiraf edelim: Her gün televizyonun açık durduğu saatin onda birini; misal ki sadece 20 sayfa okusak; 10 günde 200 ve 30 günde 600 sayfa bitirirdik. İşte o zaman, insanları her ay ikişer üçer kitap bitiren bu ülke, âdeta “infilak” ederdi!

Beni “yazar” sandığınız gibi; annenizin mesleğinin ev hanımlığı… Babanızın, dayınızın, yengeninizin, kuzeninizin mesleklerinin de kim bilir neler olduğunu sanıyorsunuz! İnsanlar, kendi mesleklerine ayırdıkları zamandan f-a-z-l-a-s-ı-n-ı televizyona ayırıyorlar: Bir otobüsün içinde yüksek sesle sorun bakalım; herhangi bir dizinin son bölümünü kaç kişi birden size anlatacak!
Misal: Acun’u herkes sever, rakiplerinden kalitelidir. Ama “firar”dan dönmeseydi; ortalama ömrümüz 90 gün daha uzun olacaktı, yani 90 tane 24 saat!..
Bize emek verenlerin yanında yarım saat bile fazla kalmak perişan ederken bizi; fosil olmuş yerli klasiklerin, çektikçe uzayan kıllı ağdalara benzeyen bölümlerine günde üçer saat harcarız!

-Huu, bu yaşa kadar ne iş yaptınız Muammer efendiii?..
-Ben mi?.. Ahh, mîrim… Yılan Hikâyesi gibidir şu Deli Yüreğimin maceraları… Arka Sokaklarda dolaştım önce, sonra Dudaktan Kalbe uzayan yolda Asmalı Konaklarda Aşk-ı Memnûlara saplandım! Avrupa Yakası hayaldi çoğumuz için, ağzımız açık kaldı. Fakat bir baktım ki; Yalan Rüzgârı gibi uçup gitmiş Binbir Gecesi ömrümün. İşte Yaprak Dökümündeyiz!.. Şimdi artık, şans programlarına bakıp hayal kurmaktan ve paparazzi haberleriyle avunmaktan başka şey kalmadı elimde…
Durumum(uz) budur efendim!
 

Stop
Muammer Erkul
11 Ocak 2009 Pazar

4 yorum

  1. Çok düşündürücü bir yazıydı…

    Zikrettiğiniz dizi isimlerine aşina olduğum için de özellikle durup düşündüm… Öyle bir dönemdeyiz ki, izlemesek bile aşina oluyoruz dizilere… Çünkü kendi evimizde açmasak da birkaç saatliğine gittiğimiz oturmalarda sohbet etmek yerine tv seyretmeyi tercih ediyor yarenlerimiz… Hele de bir “yemekteyiz” modası sürüyor ki akıllara ziyan, bayram tatilinde memlekete gittiğimde gördüm ki, ufacık çocuklar dahi annelerinin özene bezene yaptığı yemeklere suratlarını ekşiterek yaklaşıyorlar, teşekkür etmeyi, eline sağlık demeyi unutup herşeyde kusur arıyorlar… Hasılı çocuklarımızı bile çocuk olmaktan çıkaran programlar esir etmiş bizleri…

    Yeniden farkettim yazınızla tüm bunları… Bam teline basılmış bir insanın acısını hissettim yüreğimde…

    Teşekkürler…

    Sevgiler..:-)

    ZİŞAN

  2. Yaklaşık 13 seneden de fazla ama, ondan öncesi bile kısmendi.
    Yani ben tv seyretmiyorum Muammer Erkul.
    Tv salonda, açan olmazsa sadece süs olarak duruyor sayılır.
    Arada bir salona geçtikçe, o anda ne varsa, azıcık gözucuyla da olsa bakmıyor da sayılmam… :-))
    Haberleri izlemek istiyorum ama, onu da sıhhatim kaldırmıyor.
    Hiç bir programı takip de edemiyorum o kutudan uzak olduğum için.
    Yararlanmak amacıyla izleyebilenlere ne mutlu.
    Şimdilik bu kadar işte.
    Site dostlarımıza ve size saygılar, sevgiler ve dualarla selamlar…

    SULTAN YÜRÜK

  3. Author

    Sultan hanım’a…

    İşte bunun için (ben dahil) bütün insanlar “şair” diyorlar sana…
    Aksi olsaydı eğer (sen de yemek yapmayı bile unutmuş olacağından) yemek programlarını izleyip yumurta kırmayı öğrenmeye çalışıyor o-l-a-c-a-k-t-ı-n!..
    Korktun mu bu ihtimalden?..

    Sen ne korkacaksın;
    ..insanlar/çoğumuz ÖCÜLERİN KARŞISINDA gülümsüyoruz!
    Bizler (yani koltuk yastıkları, kanape kırlentleri) korkmalıyız!

    MUAMMER

  4. “Kültürün tek taşıyıcısının kitap olduğunu söyleyen Cemil Meriç, “Televizyon kültürünün kültür değişimini hızlandırması karşısında neler tavsiye edersiniz?” sorusuna şöyle cevap veriyor:

    “Televizyon kültürü diye bir mefhum tanımıyorum. Televizyon, aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için bulunmuş bir nevi afyondur. Televizyon seyrederken şuurumuz yarı uykudadır. Bu itibarla seslerin ve renklerin cümbüşü ile bir kat daha sarhoşlaşır ve kendimizden geçeriz. Televizyon, şuurdaki son pırıltıları da yok eden bir cehennem makinesidir.

    Kişiyi gerçek hayattan koparan. Yokluğa, boşluğa, şuursuzluğa açılan bir kapı… Bu korkunç tiryakilik, kurbanlarını batılılaştırmaz, batırır. Kültürün dün de, bugün de, yarın da tek taşıyıcısı vardır: Kitap. Televizyon kültürü, kültürle münasebetlerini kesmeye karar verenlerin uydurduğu bir yalandır. Batının bütün fuhşiyatını haremimize taşıyan bu kanalizasyonun hayırlı bir işe yarayacağını ummak büyük iyimserlik olur. Eskiler ‘medenîleşmek, frengileşmektir” demişler. Televizyonun cömertçe dağıttığı medeniyet de bu çeşit bir medeniyet.” (Meriç, 1986: 404)”

    ELİF DERVİŞOĞLU

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir