Her sene rüzgâr eser, bulutlar koşuşur, yağmur çiselerdi. Bu defa öyle olmadı. Hava pırıl pırıldı. Anneler ve babalar renk renk elbiseler giymiş çocuklarıyla birlikte okul yolundaydılar.
Ben de duvarında “T.C. Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul ….. İlköğretim Okulu” yazan bir binanın bahçesindeydim.
Göndere bayrağımız çekilmiş, dalgalanıyordu. Az önce herkes hep bir ağızdan İstiklal Marşımızı söylemişti, kıpırdamadan… Bahçeye çıkarılan masadan Türk bayrağı sarkıtılmış, üstüne Atatürk büstü yerleştirilmişti… Arkadaki basamakların üzerinde, kapıda duran mavi önlüklü çocuk, omzundan asılmış kayışa diktiği büyük bir bayrak tutuyordu… Çocuğun solunda, boy yüksekliğindeki kaidesinde duran Atatürk büstü de tören alanına bakıyordu; dudağında buruk bir ifade ile!
Ben kalabalığın arasındaydım. Elimdeki makineyle fotoğraf çekiyor, zaman zaman da bazı görüntülerin filmini alıyordum… Gösteri sırasını bekleyenler iki yana dizilmişti. Sunucu kızın davet ettiği Müdür Bey masanın başına gelerek; “Ulusal Egemenliğimizi idrak etmemiz için” kısa bir konuşma yapmıştı…
Düşündük ki, hakikaten idrak etmek lazım: Atatürk’ün “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözü ne demektir?.. 19 Mayıs 1919 ile 23 Nisan 1920 arası kaç aydır?.. Bu arada yurdumuzda hangi işgalciler vardı? 9 Eylül 1922’de kurtulan İzmir’den denize dökülenler kimlerdi ve Anadolu’muzda işleri neydi?.. Son neferimizin de son nefesini vermesini bekleyenler kimlerdi ve Avrupa nasıl bir birlik içindeydi?..
Egemen olmak; hâkim olmaktır, hükmeden olmaktır. Merak edenler için devamını anlatıyor sözlükler…
Çoğunuz televizyonlardan izlediniz belki de 23 Nisan törenlerini. Her seneki gibi dünyanın çeşitli yerlerinden çocuklar geldi ülkemize. İspanyollar geldi, Yunanlılar geldi, Ruslar geldi, İngilizler, Afrikalılar, Asyalılar geldi, Avustralyalılar, Amerika kıtasında yaşayanlar geldi… Her ülke çocukları kendi ülkelerinin kıyafetlerini giydiler, kendi milletlerinin danslarını, folklor oyunlarını oynadılar… Bize ve herkese “biz buyuz, böyleyiz” diyerek kendi ülke ve kültürlerini tanıtmaya çalıştılar…
Benim izlediğim okulda da sıra oyunlara geldi…
Çıktı bir grup çocuklar, tek kelimesini anlamadığım yabancı bir müzik ile garip hareketler yaptılar… Sonra bir başka grup çıktı. Onlar da yine hiç anlamadığım bir gürültü eşliğinde yerlerde yuvarlandılar, dönüp, yuvarlanıp, taklalar filan atmaya çalıştılar… Sonra kalabalık bir grup çıkarak (tabak çanak kırılan şu meşhur) Yunan dansı Sirtaki oynamaya başladılar. Filmlerini alıyordum; annesinin kucağındaki bir çocuğun elindeki kocaman, kırmızı ve beyaz ay yıldız bulunan balon görüntümü kesti… Başka bir çocuk ise, üstünde “Atam izindeyiz” yazısı ve Atatürk portresi bulunan, düşürdüğü balonunun peşinden koşuyor, yakalamaya çalışıyordu!..
Sonra bir başka kalabalık grup çıktı, İspanyol dansı yapmaya başladılar ellerindeki tefler ve kırmızı-siyah kıyafetleriyle…
Yorum yazdığımı sananlar yanılıyor şimdi. Aldığım görüntülere bakarak, en kısa özeti çıkarmaya çalışıyorum… Sormuyorum bile; hani bizim oyunlarımız, hani bizim kıyafetlerimiz, hani bizim kültürümüz diye!..
Bir arda baktım, iki kişi konuşuyordu kızgın kızgın… Lafa karıştım: “Böyle söylüyorsunuz ama, öğretmenlere müdüre söylediniz mi hiç; çocuğunuzun, tek giyimlik yabancı ülke dansları için kıyafet satın almasını ve iki dakika gösteri için, bir zamanlar canımıza, vatanımıza göz dikenlerin danslarına haftalar boyu çalışmalarını istemediğinizi söylediniz mi” diye sordum… Bakışlarında “okul yaparsa doğrudur” gibi bir eziklik vardı, konuşmadılar…
En arkada, kuzeydoğulu bir yaşlı nine vardı, beyaz örtüsünün üzeri kara kırmızı bir çember bezle sıkılmıştı… Anlamıyordu böyle neler olduğunu ama yine de torununu görmeye çalışıyordu!..
Neyi merak ettim biliyor musunuz?
Yarın öbür gün, ismi “Irak” olmayan yeni bir komşumuz peyda olursa… Sarı, yeşil, kırmızı kıyafetli çocuklar gönderip 23 Nisan törenlerimizde kendi oyunlarını oynatmak isterlerse acaba onlara kızacak mıyız? Peki niye?.. Yunan, İngiliz, İspanyol, Rus ve diğerleri PKK’dan daha mı az kast etmişti canımıza?..
Stop
Muammer Erkul
26 Nisan 2007 Perşembe