Yurt dışında hayran olduğum ilk şey; çevre ve mevcut eserlerin korunup onarılması hususunda gösterilen titizlik… İçimdeki en derin cam çiziklerinden biriyse; buldozerlerimizi kör adamların kullanmasıdır!
İşte bu yüzden şaşkınlık içinde kaldım, derelerin tepelerin arasından geçip de geldiğimiz Mudurnu’da…
Üç kişiyiz. Biri, gezi rehberimiz sevgili Hatice Ekiz; diğeriyse, bu doğa ve kültür gezisini akıl edip üstelik benden daha fazla heyecan duyan, Cümle Yayınları’nın sahibi Yusuf Korkmaz…
Mudurnu’yu hep tavukçulukla andık ama meğer hiçbir şey bilmiyormuşuz!
Uzakta bir tarihi yapı görünce; aman ne güzel, bir an evvel yaklaşalım, dedik. Tam bir Osmanlı yapısıydı; İstanbul-Karadeniz arası bir tarz… Bunun böyle tertemiz korunmuş olmasından duyduğumuz sevinç içindeyken, baktık ki ileride bir tane daha var, ve sonra bir tane daha…
Rehberimiz, sadece “çok güzel” demişti. Fakat, öyle bir yere geldik ki; her adımda on yıl tarihe doğru yürüyorduk!.. Yerine göre abartmak hoş olur ama; burada abartı yok. Mudurnu gerçekten, hakikaten, sahici tarihi evlerden kurulu bir ilçe, ki hayranı oldum…
“Batı Karadeniz bölgesinde, bağlı olduğu Bolu ilinin 66 km. güneybatısında; tahıl, şekerpancarı, kereste atölyeleriyle geçinen ilçe” diye yazan ansiklopedilerin kuşbakışı fotoğrafları Mudurnu’yu anlatamıyor. Buranın havasını solumak lazım…
Belediye el sanatlarını destekliyor. Evlerde ve çarşıda el sanatları uygulanıyor. Eski konaklar konaklama da yapılabilinen lokantalar haline getirilmiş, mümkün olduğunca mahalli yemekler veriliyor. Masalardaki sular ise çarşıda dövülmüş kalaylı bakır ibriklerin içinde… Kola vesaire yerine keşke sadece ayran çeşitleri, farklı lezzette erik hoşafları, vişne suları, naneli, armutlu içecekler filan sunulsaydı misafirlere, ne kadar güzel olurdu…
Sokaklardaki tabelalarda ise ne dediği belli olmayan gavurca laflar yazmıyor!.. Bakabiliyor, okuyabiliyor, anlayabiliyor insan önünde durduğu dükkanın adını ve ne iş yaptığını… Neden bütün belediyeler, tabela vergilerini ikiye ayırıp, yabancı isim ve ifade kullanma heveslilerini caydırmazlar ki? Kendi dilini beğenmeyen bedelini ödesin!
Yörede toplanabilinen bütün eski ve orijinal eşyaları bir araya getirmişler. Savaşta kullanılmış asker elbiseleri, beşikler, el yapımı meydan saati makineleri, kahve değirmenleri, mutfak, aydınlanma, marangozluk malzemeleri ve çok şey…
1374 (Hicri 794) tarihinde yapılmış Yıldırım Bayezid Camii (caminin içi tek kubbe altında hayret edilecek kadar geniş), Kanuni Sultan Süleyman Camii, tarihi mezar taşları, türbeler buranın bir kültür şehri olduğunun delili…
Çocuktan al haberi, derler ya; karşılaştıklarıma çeşitli sorular soruyordum… Gördüm ki bu zavallılardan bazılarının kafasına tuhaf fikirler sokulmuş. Sanki bir meziyetmiş gibi, güzel olan ne var ise (eskiden bu topraklarda tek tük yaşamış ya da geçici olarak bu ilçede bulunmuş olan) Rum, Yahudi, Macar ve bilmem hangi insanlarla bağlantı kurmaya çalışmaları… Bu nasıl bir dangalaklık!.. Sen ki bir şahane Osmanlı şehrinin sahibisin; yine bir zamanlar Osmanlı teb’ası (vatandaşı) olan, dini ve milliyeti farklı bir iki adamcığın adından medet mi umuyorsun?..
Kimse, bu ülkenin çocuklarına kendi komplekslerini aşılamaya çalışmasın!.. Çünkü bu ülke çocuklarına kendi atalarının ismi ve eserleri yeter de artar bile…
Batı ve batılı ve gayrimüslim hayranı adamcıklar, ilk önce batının ve batılının kendi atalarına nasıl sahip çıktıklarını fark etsin!..
İnanın Mudurnu hakkında yazılacak çok şey var…
İnanın belediye başkanından en köşedeki esnafına ve en kıyıdaki evinde yaşayan vatandaşına kadar her Mudurnuluyu heyecanla, hararetle tebrik etmek isterdim…
Darısı bütün il, ilçe ve köylerimizin başına…
Stop
Muammer Erkul
29 Haziran 2006 Perşembe