Soru: (23 Şubat 2000 Çarsamba 16:59)
…..
Söylediklerinin, dile getirdiklerinin hepsine katılıyorum..
Aslında bana gazetecilikten çok sevgiyi ve paylaşmayı öğrettiğinin farkındayım.
Mülâkatımı haftaya Çarşamba’ya bütün arkadaşlarımın, dostlarımın, öğretmenimin huzurlarına sunacağım..
Seni yorduğumun farkındayım ama az kaldı.. Yani mülâkatı uzatıyoruz..
…..
Eğitimin, doğumun ve meslek hayatı içerisinde yaşadığın ilginç bir olay..
…..
Aslında bunları sormak pek işime gelmiyor, ama benden bu istendiği için bu soruları sana yöneltmek zorundayım, kusura bakma..
Ve bir soru da benden.. kalbimden..
Gazetecilik bir aşk mı?..
Cevap: (24 Subat 2000 Persembe 14:44)
…..
Şimdi anlatacaklarımın arasında istediğin ilginç hatırayı da bulacaksın:
İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasındaki sahil ilçelerinden biri (haritada görebilirsin) Beykoz’a bağlı Paşabahçe’nin İncirköy mahallesinde doğdum.
Bana öyle geliyor ki, sanki doğduğum zamandan beri bu işe bir sevdam vardı.
Çok erken yaşlarda okumaya ve gazetelere ilgim vardı. Bir de çizgi romanlara… Dört-beş yaşlarımdayken, babam bana uyumadan evvel Osmanlıca bir kitaptan hikayeler-kıssalar-menkıbeler okur, ben onu dinlerken uykuya dalardım. O zamanlar (belki de benim bulunduğum muhitte) doğru düzgün kitap bulunmazdı ve kitaplar inanılmaz bir değer taşırdı. Yakın zamanlara kadar da zaten gazetelerden ve takvimlerden başka, şimdiki harflerle basılmış matbu eser bulmak çok zordu.
…..
Yıllar geçti. Bazı tanışmalar oldu, bazı bağlantılar kuruldu. Ve ben yazı ve şiirlerimi göndermeye başladım bir gazeteye. Onlar da yayınlamaya başladılar. Hatta makale tarzı iki üç yazım da ikinci sayfada bulunan “Görüşler ve Düşünceler” sütununda yayınlanmıştı. O köşeye her gün farklı isimlerden yazılar konurdu. (Rahmetli, Prof. Dr. Ayhan Songar falan bu isimlerdendi.)
Bir gün büyük bir abi benim elimden tutup gazeteye götürdü, yazıişlerine çıkartıp ordakilerle tanıştırdı.
“İşte Muammer Erkul bu!..”
Dediğinde, o insanların gözlerini hatırlıyorum;
Şaşkın bakışlarını…
Çünkü ben 13 en fazla 14 yaşındaydım. Ve benim bir daha hiçbir zaman, “mühim insanların yazdığı o ciddi köşede” bir tek yazım bile yayınlanmadı!..
Gene yıllar geçti. Siyasi dönem, herkesin kelle koltukta okullarda okumaya çalıştığı bir zaman. Ve ben, mahallemizdeki lise beğenilmeyip, birbuçuk saat mesafede ve bütün gün eğitim veren Haydarpaşa Lisesi’ne kaydolmuşum… O sıralar da törör liselere kadar inmiş durumda…
Çok sebepleri vardır, anlatmak uzun sürer. Ama benim okul yarım kaldı. Ben de Cağaloğlu’ (Babıali) na geçtim…
Bu, iyi olmayan bir örnek. O yüzden pek bilinmesini istemem; çünkü kendimden biliyorum, okulu bırakacağım zamanlarda sürekli kulaklarımı açıyordum; “okulunu bitirmeden bu işi başarmış kimler var”, diye… Halbuki herkes mutlaka bitirmeli okullarını. Ki ben de eğitimimi tamamlamış olsaydım, şimdi herşey çok daha farklı olabilirdi…
Yukarda anlattığıma benzer yaş sıkıntıları her zaman oldu. Hatta 5-6 sene evvel Stop Köşesi başladığı zaman bile…
Çünkü klasik “yazar” şablonuna uymuyordum ben. O da yaşım, görünüşüm ve yazdıklarımla ilgili sıkıntılar doğuruyordu. Bazı şeylerin oturması, (özellikle diğerlerinin kafasında) zamana ve senin azmine bağlı.
Başarı seni sınıyor her zaman!..
Kendini vermesi için, senin aşkını deniyor…
Diyor ki; “Göster bakalım kendini, beni ne kadar istiyorsun ve bana ne kadar aşıksın…”
Ama bir gün senin oluyor, bundan hiç kimsenin endişesi olmasın.
Yaşımın algılanmasında genellikle sıkıntı çekiliyor. Çünkü benim okuyucu yelpazem çok geniş. Yetmiş yaşında beni hergün takip eden insanlar olduğu gibi, on yaşında ve dikkatle okuyanlar da var. Siyasi fikir, kavga, ekonomi, spor gibi “o günün günceli” ile alakalı yazılar olmadığı için yazdıklarım, psikolojik boyutuyla çok değişik insanlara ulaşıyor.
Çoğu kimse de beni bir arkadaş olarak algılıyor. Bu “arkadaş” kavramı da “yaşı bana en yakın olmalı” gibi bir arzuyu sürüklüyor peşi sıra.
(Bu kısmı anlaşılır bir biçimde anlatabileceğimden endişe ediyorum.) Ama en azından anlamaya çalıştığını biliyorum.
Yani, beni “Canım arkadaşım Muammer” olarak kalbinin bir köşesine koymuş onüç-onbeş yaşındaki bir kız okuyucu ile 65-70 yaşındaki bir tüccarın bulunduğum yaşa bakışı inanılmaz farklı… Ben de otomatikman, her yaştaki insanın aynı anda anlayabileceği bir üslupla yazmaya çalışıyorum.
Ve herkesin zihninde onun zannettiği yaşta kalıyorum!
…..
Dikkat edilmesi gereken şudur aslında:
Bir kişinin neler yaşadığından çok, onun bunları yaşarken öğrendikleri ve anlattıklarıdır.
Malum; en ucuz ve acısız tecrübe; “başkalarının yaşadığı” tecrübelerdir…
Son sözümüyse sana söylüyorum.
Hani diyorsun ya; “…ve bir soru da benden.. kalbimden.. gazetecilik bir aşk mı?..”
Bunun bir tek cevabı var. Onu da çook eskiden bir İngiliz’den öğrenmiştim.
Aşık olduğum kızın bir sürü fotoğrafını çekmiştim ve filmini ona tabettirmiştim. Kartları aldığımda heyecanla bakarken, resimleri ona çevirip, onaylamasını bekleyerek;
“Ne kadar güzel, değil mi?” Diye sormuştum.
O, o gün tipik bir İngiliz tavrıyla, (sonradan idrak ettiğim) çok güzel bir ders verdi bana. Dedi ki;
“O çok güzel senin için…
Olabilir…
Benim için değil güzel!..”
…..
Yani demem şu:
Gazetecilik mesleğinin aşk olup olmaması değil önemli olan… Önemli olan; gazetecilik, pazarcılık, yazarlık, marangozluk, balıkçılık, öğretmenlik, öğrencilik herneyse, yaptığın işi, seçtiğin mesleği aşk ile yapman.
Aşk ile yaparsan gazeteciliği, gazetecilik senin aşkın olur!
O zaman da başarmaman için hiç bir sebep yok işte…
Hepinize sevgiyle
Muammer Erkul Türkiye Gazetesi, Stop Köşesi
(24 Subat 2000 Perşembe 17:27)
…..
Sen bir harikasın dostum…
Bu mülâkat sonucunda çok şeyler kazandırdın ve çok şeyler öğrettin bana..
Büyük bir sabırlılıkla, sorduğum sorulara (ki o kadar yoğun olduğun halde) cevap vermen beni çok sevindirdi..
Tekrar tekrar teşekkürler..
Unutma ki sen hep bu güzel kalbin ve muhteşem duyguların yüzünden kazanıyorsun…
Önemsediğin ve bana yardımcı olduğun için sağol dostum!..
Sonucu bildiririm sana..
Bitimsiz sevgiler!..
Ayla
Stop
Muammer Erkul
10 Nisan 2000 Pazartesi