Nazânıma mektuplar -2- [10 Ocak 2008 Perşembe]

Gönlüne sağlık; yazdıklarını okudum…
Beni düşünerek; çok hoşa gitmesi mümkün, övgü dolu satırlar yazmışsın ve hatta bunları yayınlamışsın…
Neden bilmiyorum, içim hiç kıpırdamadı. Sadece, öylesine baktım; okudum, yazı bitti ve tuhafı; şimdi sana bunları yazarken bir tek satırını bile hatırlamıyorum…
Bunun birkaç sebebi olabilir:
Birincisi; yazdıklarında samimi değilsindir… İkincisi; övmelerinin benim için önemi yermelerinden farksızdır… Üçüncüsü; bedenlerin içindeki can gibi, veya bulutların içindeki şimşek gibi, yahut ıslak bir kara kömürün içindeki sıcaklık gibi; bana ait olan cümlelerimin içindeki kıymetli manalar benden değildir!..

Şunları bilmeni istiyorum ki; insan, yol lambasını sever… Öyle sanır…
Fakat asıl sevdiği o değildir. Gördüğü odur sadece, yani ulaşabildiği odur!
Dolayısıyla yanılgısı da bundan, yani kârı da zararı da aynı sebepten olabilir o insanın.
Hâlbuki odasındaki lamba ile elektriğin kaynağı arasında hiç görmediği, hiç bilmediği neler, niceler vardır; bunu hatırlamaz bile insan…

Ben sana kaş çatsam, patlamış bir ampul gibi atıverirsin beni çöpe, bilirim…
Çünkü insan sevgisi geçicidir. İnsanoğlu bugün över, yarın söver; o böyle yaratılmıştır!
Bu garip değil ki… Senin ışıman ve ısınman lazım, aydınlanman ve üşümemen lazım, evindeki cihazların çalışması lazım; ihtiyacın olan bu…
İnsan böyle yaratılmıştır, zayıf, değişken, vefasız yaratılmıştır…
…..
Yol lambalarına bakmayı öğren!
İnsanları gör, ama asıl “arkalarını” görmeye çalış…
O zaman ne kendini yıpratırsın “elektriğin kesildiğini” sandığın zaman, ne çevreni, ne beni…

Yani ben değilim sana lazım olan…
Senin ihtiyacın;
Benden gelene!..
Bugün yarısını anladın… Yarın da diğer yarısını anlayacaksın! Ama bil ki; iyi bir şeyler söyledim! :)))

Dur hele… Sadece iltifatlara bakıp bütün satırlarıma sarılma… Biraz bekle. İyi bak… Kucakladığın pamuk çuvalının içindeki iğneleri de gör, çuvaldızları fark et…
İşte ancak ondan sonra; yani, işine gelmeyen sözlerimi de, işine gelenler kadar şevkle alıp canına bastırdığın gün, belki adın cânan da olur!

…..

Not: Bu köşe, 1994 senesinin Temmuz ayında başlamıştı. O günden bu yana binlerce yazı yayınlandı bu köşede. Fakat bu yazıların belki on misli kadar da mektup yazmışımdır; belki şu an beni unutmuş çok kimseye. Hâlâ da yazıyorum. Çoğu kayboldu o mektupların, bir kısmı sahibine bile ulaşamadı, ziyan olup gitti. Elimde kalanlardan bazılarına baktım ve fark ettim ki; onlar sadece bir tek kişi için yazılmış değiller. Çünkü okuduğum zaman yine/yeni bir şeyler anladım… İşte onlardan bazılarının bir iki yerlerine dokunup burada yayınlasam acaba sıkılır mısınız?

Stop
Muammer Erkul
10 Ocak 2008 Perşembe

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir