BİRİSİ ekibiyle birlikte filler gibi koştukça, koridorlardaki çerçeveler bile zıngırdıyordu… Çocuklar korku içinde soruyor, ve biribirlerinden bunların "iğneci" olduklarını öğreniyorlardı.
İğneciler "tutuuun" diye haykırdıkça, çocuklar "kaçııın" diye ötüşüyordu!..
…..
BİRİSİ oturmuştu koltuğuna,,, dimdik. Kaşının biri kalkıktı, ve kimsenin yüzüne bakmaya dahi tenezzül etmeden yardımcısına talimat verdi:
"İletin çocuklara; her biri sırayla gelsinler, ve önceden açtıkları kollarını, elimde tuttuğum şu iğneye birer kere bastırsınlar!.."
…..
BİRİSİ, gözleri korkuyla açılmış, ve "kendisine iğne batırıp batırmayacağını" soran önündeki çocuğun yüzüne baktı. Sonra tebessüm ederek;
"Aşı yapacağım" dedi…
Bir damla parladı o zaman küçük çocuğun gözlerinde. Titredi çocuk, hıçkırdı… Adam, ıslak kirpiklerini silerken onun, bir şeker koydu ağzına… Sonra saçlarını düzeltti, adını sordu, sevdiği dersleri, tuttuğu takımı sordu…
Çocuk titriyordu hâlâ, ve "yapacağı aşının çok acıtıp acıtmayacağını" soruyordu…
"Yaptık ya, dedi adam. Bitti çoktan!.." Sonra da;
"Aşı, ağzında eriyen tatlı şekerin içindeydi" dedi…
…..
Bu iğneci, bugün gördüğü en güzel insandı, çocuğun!..
Doğruyu vermek kadar önemli olan bir başka şey de ne, biliyorsunuz değil mi?.. Şu:
Doğruyu "verebilmek!.."
Sözüm ise, meclisten içeri! Hadi buyrun bakalım…
(Şimdi burda kim var ki, senden ve benden başka? Biz anlatamazsak birbirimize derdimizi, kim kime anlatabilir?..)
Ne diyorduk?..
Verdiğinin doğru olması kadar, şu önemli ki;
Doğru olanı; ve-re-bil-mek!.. (Bunda hemfikir miyiz?..)
Bu ne büyük bir sıkıntıdır, elbette biliyorum; ki yazıyorum, yıldırımları üzerime çekerek… Ayrıca bunun, belki de en çok beni rendelediğini hissederek!..
Şimdiii, yarın neler olacak, biliyor musunuz? Bu yazıyı yazarken zihnimde beliren şahsiyetler beni arayacaklar, ve bana nasihat edecekler:
"Şöyle yaparsan böyle olur Muammer’ciğim, böyle yazarsan böyle olur" diyecekler…
İyi de efendim, ben zaten bunu sizin için yazıp postalamıştım ya; hani, sizin "aynasız" diyarlarınıza!..
Ne zor ve ne acı, biliyor musunuz şunu anlayamamak: İnsanlar dökemiyorsa eteğindeki taşları sana; nereden bileceksin ki onların ne taşıdıklarını senin için, içlerinde!.. Nereden bileceksin, kimin taşı batmakta böbreğine, safra kesesine!..
Taşlar, dökülmeli önce insanlardan. Çünkü canı acımakta olan kişinin kulağı kapalı oluyor!..
………………..
Vahhh, aynasız diyarlara ve aynaların tanımadığı simalara!..
…..
(Evet evet, bunları sana yazıyorum…
Hatta, bu yazının devamında da yine seni, birazcıkk da iğnecileri kastedeceğim;
Becerebiliyorsan okuma!..)
Stop
Muammer Erkul
02 Mayıs 2003 Cuma