Ben: İdare ediyoruz işte ya, noolsun 🙂
O: Ben de iyiyim, sen de sağol 🙂
Ben: E iyi öyleyse
O: Nasılsın?
Ben: İyi.
Sen?
Bugün Vehip Sinan toplantısındaydı herkes.
O: O kim diyeceğim, ayıp olacak.
Ama bilmiyorum kim olduğunu.
Ben: Deme sen de, ayıp olmasın.
O: Çok mu ayıp?
Ben: Adam 1929’dan beri hayatta, bu güne kadar öğrenemediysen artık öğrenme zaten,
Fatih’li hemşehrini!..
O: Google efendiye sorarız n’apalım.
Cehalet…
Ben: Sor bakalım ne diyecek.
O: Karikatüristmiş.
Ben: Aaaaaaaa!
İnanmıyorum!
Gerçekten miii?!
O: Ben de googleın yalancısıyım.
Ben: Gerçekten ilk defa mı duydun adını?
Daha önce hiç karikatürist ismi duymuş muydun peki?
O: Üzgünüm ama evet.
Ben: Yani başka bir karikatürist duymuş muydun?
O: Çok fazla ilgim olmadığından…
Ben: ..gene mi googlea bakıyorsun?
O: İsimlerini de bilmiyorum.
Erdil Yaşaroğlu geldi aklıma bir tek şu an.
Ben: Vahhh, Türk aydını!
Türk aydını!
O: Demek aydın değil karanlıkta kalmışız…
Ben: Pırıl pırılsın.
Pırıl pırıl olacaksın. Bak bunu yayınlarım sitede, yolarlar saçını başını, parıldar kafan 😉
O: Ne istersen onu yayınla.
Zaten aleme maskara olduk sayende "tıbbi atık" olarak!
Ben: Vaaay, efelenmeye bakar mısın 🙂
Neydi o, anlat da bilsin herkes.
Ne yapmıştım. ne demiştim, unuttum…
O: Boşver uzun hikaye 🙂
Ben: Ne kadar uzun?
Sen tıp alanında çalışıyorsun değil mi?
Atılanlara "atık", tıp alanında atılanlara da "tıbbî atık" demezler mi?
Belki ben yanlış biliyorumdur!..
O: Doğru…
…
Ben: Senin canın sıkkıın…
Ne oldu, hayırdır?
O: Yoo, bişey yok…
Ben: E ama sen bu kadar sessiz duramazdın. Bekliyorum yazmıyorsun.
O zaman başka bir şeylerle meşgulsün…
O: Yok.
Konu öyle bir yere geldi ki,
söyleyecek birşey bulamadım da.
O yüzden…
Ben: Bir konu aç öyleyse.
O: Kurt Adam’a gittim bugün, sinema…
Beğenmedim tavsiye etmem.
Ben: Ben de sitede anasayfada var ya, tweettera yazmıştım gittiğim ve tavsiye etmediğim filmleri…
Gitmeyeyim öyle mi? Peki tavsiye ettiğin var mı?
O: Hmm…
Gitmek istediğim bir tane var;
Cennetten Bakınca diye bir film.
Ben: Ne o?
Hangisi yani?
O: Cuma günü gösterime girmiş.
Ben: "Cennetten Bakınca" mı?
İsmini beğenmedim şimdi ben…
O: Küçük yaşta ölüp cennete giden bir çocuğun ordan dünyadakileri izlemesi…
Çocuk öldürülüyomuş bi de…
Kâtilini falan, geride kalan ailesini seyrediyor…
İlginç bir konu gibime geldi.
Ben: Bunun yüz tane benzerini çektiler, adamlar kafalarına göre cennet cehennem, hesap mesap günü senaryosu yazıp çekiyorlar. Ama onları çekecekler bir yere, akılları başlarına geç gelecek…
İşin kötüsü bizim çoluk çocuk bunları izliyor, onlar gibi düşünmeye başlıyor…
Orda mısın?
O: Burdayım.
Okuyorum yazdıklarını.
Yani bilemiyorum, çoluk çocuğa zararlı mıdır…
Ama bana ilginç geliyor.
Ben: Sana başka bir misal:
Hazreti İsa diye bir filme gitti binlerce Müslüman evladı, neydi o filmin adı, şimdi hatırlamadım…
Filmin başından sonuna kadar güyâ Hazreti İsa’ya işkence sahneleri…
O: Evet…
Ben: Ama zaten iş temelinden kopuk…
O: Orası öyle.
Ben: Nesini izleyip nesini anlayacak müslümanlar?
Hazreti İsa işkence görmedi ki…
Bunu bilmeyen, inanmayan adamın çektiği İsa filmi nasıl izlenir?
Çocuklar filmden çıkınca peygambere işkence ettiler diyordu!
Bu çok can sıkıcı bir durum.
Ben sansüre hayır demeyenlerdenim…
Yaşasın sansür!
O: Evet.
Sen tabi haklı olarak toplumsal açıdan bakıyorsun.
Ben: Çocuk parkına ..k koysan!..
Çocukların mutlaka beşi onu gelir, parmağını sokar içine, bazısı koklar, bazısı tadına bakar hatta!
Sen istediğin kadar "yapmayın çocuklar" desen de…
Şimdi;
Çocukların oynadığı parkı temiz tutmak, korumak sansür değil mi?..
YAŞASIN SANSÜR!
O: Bence de.
Haklısın…
Ben: Evvelki gün bir filme gittim.
Bir tane evli çift vardı içinde ve onu da makaraya sarmışlar, geride kalan herkes, herkesle…
O: Hangisi?
Ben: Yapamayanlar da ah vah ediyor, neden? Bu gece yatacak kimse bulamıyorum diye!..
Bunun adı "komedi"!.. Romantik olan komedi…
Önümde birkaç kız çocuğu vardı, her yaştan izleyiciye açık olan bir film ama sadece sahneler kontrollü yani "yasak" standardına uymuşlar ama her şey belli. Hani ucunu göstermiyor ama herşey serbest!
O: Hepsi herşeyi biliyorlar zaten artık…
Ben: Görüyorsun, ama "nokta" görüntüler olmadığı için "izlenebilir" deniyor!
Hayır bak, anlatmaya çalıştığım şeyi anlamaya çalış…
Lütfen…
Issız Adam’da da bu vardı…
O: Anlıyorum ben seni zaten.
Ben: İzleyici, kahramanların yerine koyar kendini…
O: Haklısın da…
Ben: Bi dakika…
Senarist ve yönetmen…
Kendi doğrusuna çekmeye çalışır izleyiciyi…
Bu filmlerde
izleyenin çekilmek istendiği doğrunun kendisi yanlış, sakat; yamuk, eğri büğrü…
Yani ben yanlış olabilirim ama yanlış tohum atamam memleketin toprağına!
Durum bu…
O: Haklısın.
Ben: Biliyorum!..
O: Fakat durum bu.
Biz ne kadar konuşsak da…
Ben: Böyle durumu eşşekler kovalasın!
O: Adamlar istedikleri gibi at koşturuyor.
Ancak eğitim vermekle…
Ben: Eğitim mi?
O: Ebeveynlere düşen görev çok…
Ben: Eğitim yok ki! Eğitim ne: 5 yaşında alıp çocukları, 25 yaşında salıyorlar piyasaya, tam bir tüketici olarak!..
Ahmak, düşünemez, iş bilmez, ağacın dalından meyveyi koparıp "ben şimdi bunu ne yapacağım" dıngıllığında!
O: 🙂
Sen sinirli misin biraz bu gece sanki?
Ben: Neden zorla okutulur bütün insanlar, anlamam…
Neden şarttır sanki bütün herkesin çift eğitim alıp, bütün sınavlardan geçmeye çalışması…
..Sinirli mi?!
Hayır bunlar benim her zaman söylediğim şeyler, çok mu garip geldi?
O: Yok sanki…
Ben: ..ALOO, KIRMAYAYIM ŞİMDİ KAFANI, KOLUNU, BACAĞINI HAA! :)))
O: Daha bi dolusun gibi…
Kır da sen kır, sorun değil…
Ben: TAMAM. BİTTİ. BU KADARDI…
Söylemiyorum işte!..
O: Aşk olsun be şeker!
Ben: Bak şimdi Vehip Sinan ustayla başladık, onunla bitirelim:
Bugün onun için, İstanbul Büyükşehir bir toplantı yaptı…
O: Evet.
Ben: Nesil Yayınları destek verdi.
Bütün basın yazdı, duyurdu.
Tarık Zafer Tunaya salonu açıldı.
O: Evet.
Ben: Memleketin ismi bilinen pek çok yazarı konuşmacı olarak geldi.
Yayıncı ve konuşmacı ve onların yakınları dahil, salonda "yüz kişi" yoktu!
Onbeş milyonluk İstanbul’da.
O: 🙁
Ben: Çorlu’dan bir arkadaş gelmişti.
Bunu ona anlattım çıkınca.
Dedim ki:
O: ?
Ben: "Bak şimdi beni iyi dinle…
Sen sadece bu toplantı için işini bıraktın, buraya geldin, şimdi otobüs bulup geri dönmeye çalışacaksın.
Solanda yüz kişi yoktu…
Yaptığının önemi şudur:
Misal, hayvanları salsan, her hayvan kendine yarayacak otu, eti, besini bilir ve bulur ve gider onu yer, beslenir…
Sen, ileride sana neyin lazım olduğunu anlayıp buraya geldin ve alacağını aldın…"
O: Dinliyorum…
Ben: "..15 milyon insan dışardaydı ama sen içerdeydin, yaptığın hareketin-işin önemini anla", dedim…
Belki bu söz ona bütün gördüklerinden, dinlediklerinden daha iyi geldi…
Süleyman’dan bahsediyorum, Süeyman Eldeniz…
On sene sonra, yirmi sene sonra Süleyman hatırasını yazacak anlatacak, peki dışardakiler bugün ne koydular heybelerine?
Bilmiyorum…
..bitti…
benden bu kadardı 🙂
O: 🙂
Teşekkür ederim.
Ben: Gülümsemen güzel 🙂
Ben de teşekkür ederim, herkes bunları dinlemeyi tercih etmezdi 🙂
O: Senin anlattığın herşeyi
dinlemek çok güzeldir benim için
Ben: Ah benim canıııım…
Kalbini açıyorsun dinlerken de onun için…
Söz kulağa giriyor, ama kalbe başka şeyler giriyor.
Doğruyu kabul etmek bir özelliktir, biliyor musun?
Hakkı teslim etmek derler hani…
O: Evet…
Ben: Bakarsın, dersin ki; "a bu doğru söz, o zaman anlamaya çalışayım, dinleyeyim…"
Canımsın 🙂
Yeter mi bu kadar bu gecelik?
O: Sen de benim canımsın şeker…
Teşekkür ederim, zaman ayırdın.
Ben: Peki.
Gecen hayr olsun.
Sevgimle kal…
O: Sen de canım,
başbaş…
Ben: 🙂
(Gülsüm… / 28 Şubat 2010)
Aynen doğrudur. Yukarıdaki cümleleri aynen kullandı Muammer abi… Orada gördüklerim ve duyduklarım kadar güzel geldi o cümleler… O kadar muhteşem ismi birarada görünce budur diyorsun zaten… Hatıramı yazmak içinse yirmi yıl bekleyemeyeceğim herhalde… Az sonra, bu sitede olabilir mesela…
“Ahmak, düşünemez, iş bilmez, ağacın dalından meyveyi koparıp ‘ben şimdi bunu ne yapacağım’ dıngıllığında!”
Başka/asıl işleri bilmez bir halde, ama “bir işi” fazlasıyla bilir halde salınıyorlar piyasaya! (10-12 yaşında anne-baba olan çocuklar çoğaldı; acaba neden?)
Sahi, “neyin” eğitimi bu?
Omuzu gitarsız, kolu (kendi ifadeleriyle)”manita”sız öğrenci görmek neredeyse mümkün değil artık!
(Ha pardon; bazılarında bağlama, bazılarında keman da olabiliyor nadiren!)
Eskiden, vatan, din, nâmus gibi ulvi gâyelerle tüfeng taşıyan omuzlar da şimdi gitar var. Ve artık, güdülen dâvâlar da en az bu aletler kadar farklı biribirinden…
Bir çok “yaramıza” parmak basan bu hoş yazışmayı yayınladığınız için teşekkürler abiciğim.