Önce “amiin” deyin, sonra ben size bir dua ettireyim… Ardından da söyleyeceğimi söylerim!..
İyi mi? Artık böyle!..
Allah hepimize izan, insaf gibi bütün güzel hususiyetleri ihsan etsin, verecekse “bunların ardından” bol para versin.
Amiiin…
…..
Hah, şimdi buyurun okuyun yazıyı…
Sanayicilerin yaramadığı iş!
Sanayiciler çok işe yarar.
Ama çoğu sanayici “bir” işe yaramaz…
Ne midir o bir iş?
Merak ediyor musunuz?..
Keşke bunu sanayiciler de merak etseydi sizin kadar, veya herhangi bir şekilde para trafiğini elinde bulunduran diğer kişiler…
Sanayiciler hakikaten çok işe yarar.
Ama çoğu sanayici de hakikaten “o bir işe” yaramaz…
Sanayiciler veya para trafiğine polislik eden kişiler artık topallamasın…
Tek bacaklı sandalye olmaz!..
Sanat; bilgi kadar, tecrübe kadar, gayret kadar lüzumlu bir tekerlektir, bizler bu ülkeyi yarınlara doğru çekmek istiyorsak…
Ama birgün “yarın” geldiğinde…
Veya biz yarına vardığımızda, yedeğimizdeki ülkemizle; korkarım suratımıza tükürmesinden!..
Ve korkarım;
Sadece ben korkuyor olmaktan!..
Sanayiciler ve para trafiğini kontrol eden diğer kişiler gerçekten inanırım, bilirim ve görürüm ki çok işe yararlar…
Ama yine bilirim ve görürüm ki, yarınlara olan o bir özel ve önemli vazifelerini de ihmal ederler çoğu…
Yazık;
Bunun hesabı yarınlara nasıl verilir?..
Ve bizler götürmezsek “sanatımızı” yarınlara, kimler götürür?..
Sanat; bir toplumun genleridir sanki…
Sanat; genlerimizdir!
Ördüğü sepetlere dahi sanat işlemeye çalışan çadır insanları kadar bile bîhabersek “gen”lerimizden, para bize geldikçe “günaha” girer(!)..
Öyle değil mi?
Sanat; genlerimizdir
Bu başlık, yandaki yazıyı desteklemek için atıldı…
Yandaki yazıysa bir hafta önceki sohbeti bu köşeye taşımak için yazıldı…
O geçen haftaki muhabbet ise önce beni beyaz bir atın üzerinde uçurdu, sonra da kara bir merkebin üzerinden düşürdü!..
Onun Cağaloğlu’ndaki atölyesindeyiz.
Gürbüz Azak ağabey bir yandan çayını karıştırırken, diğer yandan heyecanla anlatıyor:
“Önceki gün Yılmaz Duru geldi buraya…
-Hani İstanbul bu resimlerde?.. Dedi…
Ardından, hemen yarın sabah makinelerini sırtladı, bizi aldı ve bütün gün İstanbul fotoğrafları çektik. Bir süre sonra Boğaz’ı da çekeceğiz…
Yani Yılmaz Duru karta dökecek İstanbul’u, Gürbüz Azak tuale aktaracak…
Saadet Altay hanım da müdürü olduğu Basın Müzesi’nin Ekim ayı programına almış bizim resimlerimizi…”
Zannettiğim şuydu ve açıkça sordum:
“Gürbüz Abi, şimdi Yılmaz Bey bir sponsor bulmuş da; ömrünüzün sonuna kadar yapacağınız bütün resimlerin talibi mi oluyor?..”
Keşke… Keşke san’at adına titreyen o tebessümü görmeseydim ustamızın, üstadımızın dudaklarında…
İşte bu noktalarda kahroluyorum ben…
Kara eşeklerden düşüp yerlere çakılıyorum, toprağa batıyorum sanki…
İşte bu noktalarda HAYRETLER İÇİNDE KALIYORUM; parası olan bunca insanın neden “ZENGİNLEŞMEK İSTEMEDİĞİNE” şaşıyorum…
Düşünüyorum; adı Ahmet, Mehmet yahut Gürbüz… Bir ressam kaç yılda yetişir?..
Düşünüyorum; adı Ahmet, Mehmet yahut Gürbüz… Bir ressam yılda kaç resim yapar?..
Beş?.. On?.. Belki yirmi…
Yuvarlak hesabı kaç para bunun; bir milyar mı, üç milyar mı?..
Yemin ederim, dün bir sanayici büyüğümüzün şunları söylediğini duydum:
“Kardeşim evinin masrafı için beş milyar alıyor benden… Karısı biraz tutumsuz da, yettiremiyor… Halbuki bizim evde ancak bu paranın yarısını harcıyorlar…”
…..
Bir başka sanatçı (nahhat) ahbabımın ise bir Gürbüz Azak resminin “fotoğrafını” önüne koyup, bir de rakı açıp, saatlerce içtiğine ve saatlerce ağladığına da şahidim… Diyor ki;
“Ahirete yolculuğu anlatan bu resim beni anlatıyor aslında… Bu unutulmuş valizler beniim!..
Bu resmi almak istiyorum, ama bu resmi almaya paranın gücü yetmez…
Neyim varsa satsam bunu ödeyemem…”
Biliyorum haliyle her ressamın satılan resimlerinin ardından boynu bükük bakakaldığını… Hangi adrese, hangi sokağa, hangi eve ve hangi insanların arasına gittiğini merak ettiğini resminin…
O resmi tekrar görmek için kafasında planlar kurduğunu…
Kız veren bir baba gibi karanlıkta ve yalnızlıkta, göndermiş olduğu resminin ardından ağladığını, biliyorum…
Yanlış anlaşılmak istemem kesinlikle.
Çünkü bu çok mühim bir konu.
Sanayicileri ve elinde para tutanları suçlamak veya onları hakir görmek değil asla niyetim…
Niyetim; onların bunca işleri arasında belki de görmekte zorluk çektikleri küçücük, minicik ama bu ülke ve bu ülke sanatı için önemli olan bir noktaya ışık tutmak…
Onların bir vazifeleri var ve inanıyorum ki çok da başarılılar.
Ama inanıyorum ki; sanat adına bunları söylemek de benim vazifem…
Çünkü yarına “belki” paramızı bırakabileceğiz…
Ama sonraki günlere “varsa” sanatımız kalacak!.
Sevgiyle.
Stop
Muammer Erkul
11 Mayıs 2000 Perşembe