Sabahın erken bir saatinde kitap okuyordum. Öyle bir yere geldim ki; sarsıldım, anladım ve o sayfayı öpüp, kitabı sımmsıkı göğsüme bastırdım!..
Bu, ne güzel bir duygu…
Farklı bir şey yaşadıkça hatırladıklarımı, yani dedemle ilgili zihnimde belirenleri yazıyorum, veya onun hakkında duyduklarımı… İşte sabahki hadise (yani benzeşme) gene bir resim çizdi, koydu önüme…
Eski resimlere bakıp zaman tahmini yapıyorum. Sanırım yanaklarımın birer canerik gibi kütür kütür olduğu zamanlar…
Ansızın döndüm… Çünkü dedemden bir ses gelmişti. Hem de sanki, yanımızda bizi kıskanacak hiç kimse yokken beni öptüğünde çıkan sese benzer bir ses gelmişti… Öyle ki; bu öpüşü ben kıskanmıştım!..
Dedem… Dedem, kitabı öpmüştü…
İki avucunun içindeki kitabı yüzüne yaklaştırmış, yanağımı öper gibi bastırarak sayfayı öpmüş… Sonra gene, sanki beni koklar gibi onu koklamış, ve içindeki havayı dışarı bırakmadan hafifçe çenesini kaldırıp gözlerini kapatmış… Ve bu arada açık sayfaları göğsüne bastırmıştı… Kalbine mi okutmaya çalışıyordu yazıları, anlamadım. İnsanın kalbi kitap okur muydu; bu kişi, dedem bile olsa?..
Dikkat ettim; şimdi dudaklarında ince bir tebessüm, kirpiklerinin arasında titreyen iki parlak damla vardı. İşte o zaman canım çekti onu… Dirseğiyle göbeğinin arasından başımı sokmaya çalıştım, göğsünde yatan kitaba doğru!.. Kolunu azıcık açıp bana baktı. Ilık gözlerinde ince bir nem tabakası vardı…
Hiç anlamadım şunu ki; bu sulu gözlü dedemin, ağlama "ihtimalinin" bile olmadığını nasıl düşünüyordu bazı insanlar!..
Şimdi, ikimiz de dedemin göğsündeydik ve yüz yüze bakıyorduk…
-Görüyor musun, şurda ne yazıyor, dedi dedem. Ben, onun gösterdiği koyu siyah yazıya bakarken, yine kendi okudu yazılanı: "Ölmeden evvel tövbe ediniz. Hayırlı işleri yapmağa mâni çıkmadan önce acele ediniz…"
-Yavrum, dedi ardından. Bunu sana şimdi, göğsüme sokulduğun anda öğretmek, acele etmektir… Ve ben hep tövbe ediyorum. Çünkü sen büyümeden ben göçebilirim bu dünyadan. O zaman geç olur, fırsat kaçabilir!..
Anlamak lazım. "Hayrı yapmaya mani çıkmadan evvel" diyor… Bu, tavı kaçmadan tohum atmaya benziyor… Yağmur vurmadan ekini biçmeye benziyor… Anladığım şu ki; bizim hayır yapabileceğimiz fırsatlar çıkıyor, ve biz bu işi eğer o zamanda yapmazsak vakti geçiyor, fırsat elimizden çıkıyor… Toprak kuruduktan sonra gömsen, tohum çıkar mı?.. Yağmura, çamura karışmış başakları orak toplar mı?.. Dert değişir o zaman, mevsim değişir. İş değişir, meşguliyet değişir…
Yani zaman, şimdiki zamandır oğlum; öğrenmek için ve öğretmek için… Bundan büyük hayır mı var?.. Zaman, şimdiki zamandır. Çünkü dün geçti, ve yarın olmayabilir!..
Sonra, başımı öpmüştü dedem. Sonra burnunu saçlarımın arasına sokmuş ve deriin derin koklamıştı.
Sonra da ölmüştü gerçekten, ben henüz büyümeden…
Stop
Muammer Erkul
16 Mart 2003 Pazar