Pehlivanlık rüyası [04 Temmuz 2001 Çarşamba]

 


Son anda gitmekten vazgeçtim, ama elbette merak etmekteyim; 640’ıncı Kırkpınar kimin olacak?..
…..
Çünkü benim hatırladığım zamanlarda büyükler;
“Pehlivan gibi maşallah” diye överlerdi çocukları…
…..
Dedem (neredeyse, bezden-emzikten kurtulmuş) iki akran buldu mu, hemen biri birleriyle kapıştırır ve en az onlar kadar çırpınır, heyecanlanır, bazen altta kalanın bacağından tutup kaldırarak güçsüze yardım eder, ama hiç durmadan da;
“Oooydabreehhh!..” diye naralar atardı…

Sonra okumayı öğrendim…
“Kırkpınarlı Hasan”ın kaleminden güreş tefrikaları vardı gazetede. Koca Yusuf… Çolak Molla… Adalı Halil… Kurtdereli Mehmet pehlivanlar…
Hey gidi!.. Nefesimi tutardım bazen. Çünkü güreşçilerden birinin şöyle havada uçup yere düşmesi bile günlerce sürerdi zaman zaman!..
(Sonradan öğrendim ki, meğer bizlerden önce daha da meşhurmuş bu tefrikalar ve şimdiki gibi oturup Brezilya dizilerini izlemiyormuş ergenlik çağındaki delikanlılar!.. Bu çivi yeter değil mi bütün yeni yetmelere?..)

Yani sinema önlerinde kendimi Cüneyt Arkın zannetmelerimin hemen öncesi, şu kadarcık cüssemle kendimi Kurtdereli, hatta Koca Yusuf filan zannediyorum… Sebebi de belki (küçük) Yusuf’un, günler süren bir güreş sonrasında yendiği abisini (babasına yardımcı olarak) çiftin-çubuğun başına-öküzlerin peşine bırakması, kendisi ise kıspet zembilini vurup sırtına güreş kovalamak için meydan meydan koşmasıydı…
Çünkü ne Silvester Stallone vardı o zamanlar, ne de (üzgünüm kızlar) “Melihyo” vardı (!)…
Her ana bir Koca Yusuf veya bir Mehmet pehlivan doğurmak için can atar; her çocuk da bir an evvel büyümek ve bir an evvel “Pehlivan olma rüyası” görürdü…
Adam olmayan pehlivan olamaz!
Ama… Şunu da iyi bilmek lazım ki;
Bizler çocukken iyi adam olmak gerçekten çok çok önemliydi…
Biri bir yerde içmiş, biri birinden rüşvet almış, biri birinin penceresine yan gözle bakmış… O kişi, “KİŞİ” bile bilinmezdi neredeyse; kendine çeki düzen verinceye, veya bu toplumun arasından defolup gidinceye kadar…

Yani… Biri seni;
“Gel de çök şuraya bakalım, pelvan!..” diyerek çağırdı mı, bilinirdi ki; bu bir takdirdir, yüceltmedir, aynı zamanda; “seni efendi ve iyi adam olarak bildim ve bil ki ben de senin umduğun adamım” demektir ve bir anlamda da; “aç isen somunumun yarısını al, toksan somununun yarısını ikram et” anlamında da bir davettir…
…..
Ayrıca hepimiz bilirdik (çünkü) büyüklerimiz bizlere öyle öğretirdi) ki; gönlü, pazısından güçlü olmayan adamdan pehlivan olmaz…
…..
Yani hepimiz bilirdik (çünkü büyüklerimiz bizlere öyle öğretirdi) ki; pehlivanlık önce bir terbiye işidir…
Pehlivanlık; bedeni terbiye ve nefsi terbiye işidir…
…..
Yani pehlivan olmak; “adam” olma işidir!..
Nerde bu Kırkpınar?..
Son anda gitmekten vazgeçsem de 640’ıncı Kırkpınar’ın kimin olacağı hep aklımın bir kenarında?.. Meraklardayım, Ahmet Taşçı 10’uncu şampiyonluğunu alacak mı, üçüncü altın kemerine ulaşacak mı?.. Yoksa 98’deki gibi; kışkırtılmış seyircinin aleyhteki tezahüratlarını dinleyip önce moralini tuş ettirecek ve son güreşe “bir başkası” olarak mı çıkacak, er meydanında?..
…..
(Nedense “er meydanı” lafı daha az kullanılmaya başlandı sanki son zamanlarda, veya bana mı öyle geliyor?..)

Pazar günü 16’ya doğru bir televizyon buldum ve bütün kanalları taradım, hayret yok… Otombil sporları, at yarışları, tenis var, ama Kırkpınar yok!.. Kim kimi (nereye) götürmüş, kim kimi transfer etmiş, kim nerede göbek atmış var, ama Kırkpınar yok!..
Böyle olmayacak, dijital kanalını seçtim, haber dosyasına geçtim, bütün başlıkları taradım yok… Spor haberlerine girdim orda bile yok…
Peki ama nerde bu Kırkpınar?..
…..
Nasılsa sonra öğrenirim diye vazgeçtim şimdilik, zaten aramaya vaktim de kalmamıştı…

Gece, her rastladığım haberi izliyorum ama, bazısının başında geçmiştir, bazısının sonunda verecektir diye kaçırdığımı zannediyorum…
Saat 24.00. Ben pür dikkat ekran karşısındayım…
Mutlaka göreceğim final maçını ve öğreneceğim şampiyonun kim olduğunu… Bütün haberleri seyretmeye başlıyorum.
Bir sarhoşun yaptıklarını izliyorum uzun uzun, sonra ballandıra ballandıra Antep’teki karşılama töreninde başkanın önünde havaya savrulan milyarları, hemen ardından Urfa’daki düğünde sahnede fırlatılan on milyonluklarla dolarları seyrediyorum… Ardından Adana’daki bir hastanede yakınları ölen şahısların hemşirelere ve doktorlara yaptıklarını izliyorum…
… Ama Kırkpınar yok…
Ardından aynı gün yapılan “tavuk yeme” müsabakalarının görüntüleri geliyor uzun uzun ekrana, ama Kırkpınar gene yok…
Peki ama, nerde bu Kırkpınar?..
İnanılmaz teklif
Yarın, Yunanistan ve Bulgaristan devletleri için inanılmaz bir teklif-tavsiyem var…
Özellikle bizim devlet adamlarımız ve Spor Bakanımız kaçırmasın!..
 

 

Stop
Muammer Erkul
04 Temmuz 2001 Çarşamba  

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir