Ramazanın son yazısı…
Bu mübarek ayın her günü, gecesi ve saatinde söylenecek her sözü, okunacak her satırı, çekilecek her tespihi, edilecek her duası o kadar mühim ve kıymetli ki…
İşte bu önemli zamanlar tükenirken ve söylenmesi lazım bunca söz varken; şu avuç içi kadar ve elbette gayet kıymetli köşemizde işlemek zorunda kaldığımız konu, gene televizyon…
Eğer hayatımızda televizyon olmasaydı, yetmişli yıllara bile razıydım!
Nefret boyutlarına yaklaştı bende artık şu televizyon ama bu iş hiçbir müptelalığa benzemiyor. Şehir suyunun borularda dolaşması gibi, televizyonlarda da başka şeyler dolaşıyor; sokak sokak, ev ev, oda oda…
Cüzzamdan kurtulmak daha kolay, eroinden kurtulmak bile mümkün.
Televizyondan kurtulunur mu?
Bilmiyorum!
Birkaç diziyi hatta birkaç televizyonu aynı anda seyredenler var!
Televizyon yayınları kesiliverse; şehir suyu kesildiği zamanki su borularına benzeyecek belki elli milyon insanımız var!
Okuyup geçtiniz değil mi son cümleyi veya şaka ya da abartı sandınız değil mi?..
Mübarek günlerde Ramazan üslubuyla dökeyim can sıkıntımı:
Kadir gecesi Acun’la meşgul olan insan sayısı, Peygamberini hatırlayanların tam beş katı!..
Kimin kutusundan ne çıkacağını merak edenler, kendisine açılacak sandığa nasıl gireceğini düşünenlerin on misli!
Televizyon karşısında oturanlar, seccade üstünde oturanlardan her gece yüz kere fazla!
Yarın hepimiz sonbahar yaprakları gibi toprağa karışacağımızı biliyoruz; ama hafta başı ölenler, kabir meleklerine sanki neredeyse “Ferhunde’nin ne halt karıştırdığını” soracak!
Uykumuzu bile ona göre ayarlıyoruz.
Ama televizyon, narkoza benzer bir ağır uyku; önümüze sürülen rüyaları görüp, karşılığında hayatımızı verdiğimiz!
Stop
Muammer Erkul
18 Eylül 2009 Cuma
🙂
ÜNSAL
Televizyon, evet hastalık.
Hiç seyretmiyor değilim ama hasta da değilim. Mübarek gecede dilimiz döndüğünce içimizden geldiğince okuduk, diledik.
Biz de bir faniyiz. Uyuduk ertesi gün işe gittik. Çocuklarımıza da öğretip yapılması gerekeni yapıyoruz.
Yeterince dindar, yeterince milliyetçi yetiştirmeğe çalışıyoruz. Allah affede, dualarımızı kabul ede.
İyi çalışmalar.
NESRİN
Çok haklısınız Muammer Bey,
Hastalık gibi bi hal almış maalesef televizyon. Bizden en değerli sermayemizi çalıyor. Hele böyle mübarek günlerde daha da kıymetlenen zamanımızı yitirmek daha da acı oluyor.
Biz her yaz yaylamıza gideriz. Bu sene televizyon götürmemiştik, iyi ki de götürmemişiz. Evde hemen herkes bir kaç tane kitap okuyup bitirdi. Bol bol sohbet ettik. Bazen şikayet ediyordum ama tavuk gibi erkenden yatıp uyuduk…
Arada o boş kutuyu ortadan yok etmek çok iyi oluyor… Tavsiye ederim… ;>
SENA FENA
Güzel oldu güzzel…
Ramazan ayına özel yazdıklarınızla, ayıldık biraz da olsa!
🙂
GÖLÇİÇEĞİ
Belki bana kızacaksınız ama o dediğiniz kötü şey açık olmazsa olmuyor. (benim için tabi) Kitap okurken bile sesi gelecek illa. Biliyorum bende hastalık olmuş. 🙁 ÜZGÜNÜM!
YILDIZ
Kim okur, kim yazar?
Kim Allah için, ümmet-i Muhammed için çaba harcar. O lânet alete bakmasak, evimize sokmasak n’olur?
Eline sağlık abi, teşekkürler.
ASLIHAN
23/09/2009 Atılgan Bayar
Akşam Gazetesi
KİMİNLE YATACAĞINI ŞAŞIRMIŞ AİLE KADINLARI
Aliye’de, kadın zalim kocası ile iyi kalpli sevgilisi arasında gidip gelir…
Sıla’daki kadın ise şehirli eski nişanlısıyla doğulu Boran ağa arasında…
Bir Bulut Olsam’da Narin, psikopat amcaoğlu ile diğer alternatifler arasında sıkışır…
Asi’de, sadece Asi değil, kız kardeşi de “esas sevdikleri” ile diğer seçenekler arasında her nedense, gidip gelmek zorundadır…
Hatırla Sevgili’de ise kadın, aralarında gidip geldiği erkeklerden birinin çocuğunu ondan habersiz doğurur, ancak başka birini o çocuğa baba yaptıktan sonra, eskisine dönebilir…
Aşk Yakar’daki kadın, nikahtan önce kendisini terk eden adamı vurur, kendisine sahip çıkan savcı ile unutamadığı eski sevgilisi arasında gel gitler yaşar…
Dudaktan Kalbe, sevmesini bilmeyen bir adamın hikayesi olmaktan çıkar; başrol kadını, kemancı ile dayı oğlu arasında gidip gelmekten perişan olur…
Aşkı-ı Memnu’nun Bihter’i yaşlı kocası ve kocasının yeğeni arasında metronom çubuğu gibi salınır. Romanda bu duruma fazla dayanamayan Bihter’in intihar etmesine rağmen, dizide bu gidiş geliş daha da uzayabilsin diye intihar olmaz…
Daha fazla sayayım mı?
Yoksa bu kadar örnek, Türk dizilerindeki hemen hemen bütün kadınların “aşk” adı altında en az iki seçenek arasında gidip gelen profillere dönüştürüldüğünü; bütün erkeklerin ise boynuz parlatma yarışmalarına aday gösterildiğini anlatmak için yeterli mi?
Şimdi…
“Tesadüf” diyenler olacaktır…
“Aman canım dizi film teması başka ne olabilir ki” diyenler olacaktır…
“Toplumun merakı bu konulara… Dizi toplumun aynasıdır” diyenler olacaktır…
Ancak; hayatta savaş vardır, terör vardır, ölüm vardır, mücadele vardır, bilim vardır, kurgu vardır, mizah vardır, siyaset vardır, tersane vardır, sevinç vardır…
Hayat, kiminle yatacağını şaşıran kadınların ve onların etraflarındaki erkeklerin hikayesinden ibaret olmadığı için, dünyanın her televizyonunda da 24 gibi, Lost gibi, Tudors gibi diziler yayınlanabilir.
Bu yüzden, toplumu şekillendirmede çok büyük payı olan Türk dizilerinin tek tema seçimindeki ısrarlı ortaklık, kimse kusura bakmasın, “çok fazla tesadüf” gelmeye başladı bana…
Kadının toplumsal ve bireysel özgürlük mücadelesi; bağımsız kadının liberal cinsel hayatını anlatan diziler falan da değil bunlar… Birer Sex and the City değil… Olsa, ona şapka çıkartılır…
Ama tüm topluma sabahtan akşama kadar boynuzlu adamlar ve kiminle yatacağını şaşırmış “aile kadınları” izletmek ısrarı, sanırım RTÜK ile beraber, Kültür Bakanı ile Aileden Sorumlu Bakan’ın da ilgi alanlarına girmeli artık…
Dizilerin, böyle bir mobilize “aile modeli” temasındaki inadı “tesadüf”e de takla attırmak üzere çünkü.
23/09/2009 Atılgan Bayar
Akşam Gazetesi
Tesadüf mü? Neresi tesadüf?..
Bu ihtiyar, ta yazlık sinemelar zamanından beri müşahade ediyorum ve dilimin döndüğünce anlatmaya gayret ediyorum.
O zamanlar çekilen filmlerde köyden kaçan kızlar gelir ses sanatçısı olurlardı. Onlara benzemeye çalışanlardan da kim bilir kaç tanesi kötü yola düşerlerdi…
Şimdi artık iş çığırından çıktı…
Hep anlatmaya çalıştığım şudur:
Bir kızımız der ki ANNEM ŞÖYLE DİKİŞ DİKERDİ, onu anlatır…
Çünkü onu görmüştür onu bilir…
Bir oğlumuz der ki ANNEM BÖYLE YEMEK YAPARDI, onu anlatır hep o lezzeti arar yediklerinde…
Çünkü onu görmüştür onu bilir…
Bir başkası der ki ANNEM ŞÖYLEYDİ BABAM BÖYLEYDİ… BABAM BÖYLE AĞ ÇEKERDİ, ŞÖYLE ÇALIŞIRDI ATÖLYEDE onu anlatır. Nasıl terlemişse, nasıl kazanmışsa, nasıl doyurmuşsa karnını…
Çünkü herkes ne görmüşse onu bilir, onu arar, onu anlatır, onu yaşar, onu yaşatmaya gayret eder…
Şimdi ben de diyorum ki bunca yıllık müşahedelerim neticesinde: Birileri hiç durmadan nasıl olur da pavyon kadınlarının hayatını çekmeye gayret eder?.. Nasıl olur da birilerinin bütün yazdıklarında ve çektiklerinde ve anlattıklarında adı geçen kadınların kimin yatağında uyandığı belli değil?
Bu nasıl olabilir ve bunu yazanlar, çekenler kimler olabilir?
Akıllara eziyet:
O.. ÇOCUKLARI isimli bir filmi çekildi bu ülkede.
İzlemedim, izleyeni de dinlemedim. Bilmiyorum yani kim çekti, ne anlatır ve nasıl kadınlardan bahseder.
Ama bazı kadınlardan ve bazı adamlardan ve bunlmarın çocuklarından bahsettiği açık, filmin adından ve afişinden belli…
Böyle olunca insanın ne diyeceği şaşıyor!
Tam da o gazetede yazan yazar kardeşimizin dediği gibi NERESİ TESADÜF BUNUN?
Bir söz var ya:
Hep tesadüf edene hiç tesadüf denir mi?
Demek ki tesadüf değil bu, bu işte kasıt var!
Bu ülkenin bütün kadınlarına O.. ve bütün erkeklerine P.. ve bütün evlatlarına da film afişlerinde de yazdığı gibi O.. Çocukları deme gayretinde, ihanetinde olan [hepsi denemez] bazı şerefsizler var…
Git başka şey çek kardeşim bir kere de, konu mu yok?
Gavur yapmıyor bu kadarını…
Yapmadığı için de zaten gavur filmleri her ülkede izleniyor.
Bunların çektiklerini de (AL İŞTE TÜRKLER BÖYLE) demek isteyenler yayınlıyor bazı ülkelerde. Yazık!
Özet olarak:
Bizler analarımızı, babalarımızı ve evlatlarımızı namuslu, şerefli biliriz.
Bu toplumda bir hata yapan olmuşsa bile onu ifşa etmeyiz. Edemeyiz…
Çünkü bir çocuk ve genç on defa sinemaya gitse veya on defa dizi izlese; hepsinde gördüğü kadınlar, anneler, babalar tabir caizse yamuk ise, bu artık İBRET OLSUN değil de MODEL OLSUN diye çekildiği, gösterildiği anlaşılır…
Öyle değil mi?
Sürç-ü lisan eylediysek affola.
İnsanın yaşı ileriye gittikçe cümleleri uzuyor galiba… Bir yazı yazmaya başlıyorum, saatler sürüyor bazen iki üç günde anca bitirebiliyorum.
(Yanlış anlaşılmasın. Soyadımı yazmamamın sebebi de kendim için değil, evlad-ü iyalim içindir…)
Hepinize sevgiler sunuyorum.
Özellikle de bu ülkenin has evlatlarına.
HÜSEYİN M.
Konu: 18.09.2009 tarih ve “Furhunde” Konulu yazınız.
Sayın: Muammer ERKUL
Türkiye Gazetesi Yazarı
Yazınız çok anlamlı. Bu ülkemizi topla, tüfekle, silahla yıkamayan batılı emperyalistlerin sistemli bir oyunudur. Bir nevi psikolojik harekattır. Özellikle gençleri hedef alan bir kültürel asimilasyondur. İnsan ilk önce vitrindeki ayakkabıyı, giysiyi vb. neyse görür, ama onu hemen almaz. Düşünür, taşınır ama daha sonra nefsi ister, gidip alır. Bu diziler bir nevi vitrin gibi insanlarımızın bilinçaltını etkileyerek “alışkanlık, sıradanlık, normal gösterme, örnek alma, onlar yapıyor ben de yapayım tarzı bir bilinçaltı kavram oluşturur. Özelikle farik mümeyyiz olamayan ergenlik çağı çocukları model olarak alabilir. Örneğin magazin, televole kültürü böyle bir şeydir. Ben bir de Reşet Nuri Güntekin vb. gibi yazarların böyle ahlaksız senaryolar yazacağını sanmıyorum. Onlar eskiden bu şekilde yazmazdı gibi geliyor.
Sanki içinde çarpık ilişki (hatta sapıkça) olmayan dizi izlenmezmiş gibi bir hal var ortada. İnsanin pis nefsi midir nedir. Şöyle usturuplu bir şey olunca gençler izlemiyor. Birkaç örnek: 1- Yaprak Dökümü 1- Binbir Gece Masalı, daha aklıma gelmiyor ama çok var vs vs. mesajı ne. FUHŞİYAT veriyor, övülüyor resmen.
Bir hadis-i şerifte “Öyle zaman gelecek iyi ve güzel şeyler kötülenecek. Pis işler, insanlar yüceltilecek.”
Gerçekten bu gün böyle. El kadar mayoları giyenler modern, çağdaş, tesettürlü hanımlar gerici, yobaz. Tersine döndü.
NE YAPILMALI: Yeşilayın çalışmalarının içindeyim. Çorum il temsilcimiz şunu söyledi: Sadece içki, sigara değil mücadelemiz. Hızını alamadı ve “Kemal bey, cola, cisp, hamburger bunlarla da mücadele başlatmamız lazım, sağlıksız beslenme olduğu gibi Türk gençlerinin geleneksel damak tadlarını bozacaklar” dedi.
“Abi cepheyi genişletiyorsun” dedim. Güldü.
Ben daha da genişleteyim. TV izleme kültürü: Belirli kanallar, program seçilerek izlenir ve belirlenen program bitince Tv kapatılır. Okullarda medya konusu daha güzel anlatılabilir.
EVDE DİYALOG SAATLERİ: 1983 te elektrikten tasarruf için kesinti yapılırdı 2 saat. Ben ailelere şunu söylüyorum: Meğer o 2 saat ne güzelmiş. Ne kıymetliymiş. Tüm aile gerektiğinde bir odaya toplanır. (çünkü herkes bir odaya dağılmıştır, mutfak, bilgisayar, TV.vs) o gün neler yaptıklarını, günün nasıl geçtiğini, güzel veya sinir bozucu şeyler anlatılır. Çocuklar dinlenir. Bu gün okulda ne yaptın, hangi dersi gördünüz, oğlum, kızım, bir anlat bakayım. Bu psiko-sosyal bir destek ve güvendir aynı zamanda, önemsenmektir. 1 saat bile yeter. Herkes birbirini dinleyerek olumlu diyalog ve iletişim kurulabilir. Burada aile içi sorunlar bile varsa düzeltilir. Çünkü bir olay sinirliyken değil de geniş bir saatte konuşulsa daha yapıcı olur.
İnanın bu yapılsa boşanmalar bile azalır, çocuklar daha mutlu ve başarılı olurlar.
Bilinçli aileler lazım.
Sonuç: Sigara, içki yasağından sonra zannedersem ferhundeli, masallı dizelerin de yasaklanması lazım!..
Bu konuları köşenizde daha çok yazın, konunun uzmanlarına sorun…
SAYGILARIMLA.
KEMAL KURŞUN (Sosyal Bilimci) Çorum
Sonunda düşündüğüm gibi herkese ulaştırabileceğim bir düşüncemi bu yolla herkese duyurmuş oldun abi, teşekkür ederim…
Aynı düşüncelerdeyim katılıyorum kesinlikle. Bu günlerimize de yine şükür edelim ki, Allah’ımız beterin beterinden korusun.
KERİM
Geçen bu yazının altına, ben televizyon açık olmazsa rahat edemem diye bir itirafta bulunmuştum, ama bu sıralanmış dizilerin hiç birini bilmiyorum. Demek ben televizyon izlemiyor dinliyormuşum. Kötü oldu artık FERHUNDE hangi dizi de biliyorum. Bence bu tür yazılar merak uyandırıyor.
SAYGIYLA.:-)))
YILDIZ
Ferhunde memleketimize, şehrimize, ilçemize, köyümüze, mahallemize derken gelip evimize misafir oldu. GİT diyoruz, gitmiyor, YAT diyoruz yatmıyor. İliklerimize kadar Ferhundelik olduk. Onunla yatıp onunla kalkıyoruz. Ferhunde’ye özenen kadın ve kızlarımız bu geceyi kiminle geçireceğine karar veremiyorlar.
DALLAS DİZİLERİNE BENZEDİ BİZİM DİZİLER…
Örf, adet, gelenek, rafa kalkıyor. Evlerimiz o kutsî aile yuvamıza kadar fitnelik girmiş…
Biz gerçekten böyle miyiz?
Bizi birileri böyle bir YALANCI FANUSUN içene mi çekmek istiyor ŞAŞMAMAK mümkün değil.
RÜTÜK bakıyor. Gülüp geçiyor. Seyreden memmun…
Aydından şikayet yok. Ufku GENİŞLEMİŞ… EEEEE! Ne yapalım hak ediyoruz doğrusu bu şerbeti… İç babam iç… Keyifli de oluyor değil mi?
Eh! Alan memnun satan memnun. Bize ne demek düşer. Her koyun kendi bacağından asılır.
Çözüm: Vurdumduymazlığı, aymazlığı, umursamazlığı bırakmak…
YOKSAAAA!
UMURSAMAMAZLIK insan GÖVDESİNDE öyle bir KURTTUR Kİ KEMİRE KEMİRE KOCA BİR GÖVDEYİ DEVİRİR DE İNSAN NASIL DEVRİLDİĞİNİ BİLMEZ…
Teşhis güzel tedavi güzel vesselam.
Saygı ve selamlar.
ABDULLAH ÇAĞRI ELGÜN