“Aşk” mı buyurdunuz?..
“Aşk” mı buyurdunuz?..
Aşk ise buyurduğunuz, hangisinden buyurdunuz;
Dile kolay olanından mıı, bele kolay olanından mıı… Yoksa “el”e kolay olanından mı?
…..
Der ya meşhur laf; “Eldeki yara; duvardaki delik!..”
…..
Aşk… Nasıl anlaşılır… Nasıl anlatılır?..
Ve aşık nasıl anlatır kendini?..
…..
“Aşık kendini nasıl anlatır” mı?
Tamam da, aşık niye anlatsın ki kendini?.. Ve aşık kendini “kime” anlatsın?
Mecnun’u bulduklarında bir sokak köpeğini seviyormuş…
Kendinden geçmiş halde hayvanın ayaklarını yüzüne gözüne sürüyor, ayaklarının altını öpüyor kokluyormuş…
…..
Zaten kaçıktı, ama bu defa tam kafayı yemiş, diye düşünüyor ahali…
Sorduklarında neden böyle yaptığını, diyor ki;
“Bu hayvan elbette pistir, mundardır ama…
…Ama bu köpek bu ayaklarıyla benim sevgilimin sokağından geçti…”
…..
“Aşkolsun” derler ya… Ben hiç düşünmeden dinlerim ve söylerim bu lafı…
Aşkolsun yani!..
…..
Ve size de helal olsun ki, buraya kadar sıkıp dişinizi okudunuz bu mevzuyu…
Yani demem şu ki; aşağıdaki hikayeyi hakettiniz…
Buyrun, hissede hissede okuyun!..
Bir Leylâ… İki Mecnun
Bir varmııış, bir yokmuş…
Zamanın derininde Leyla’ya aşık iki tane Mecnun varmış.
Kim sorsa, her ikisi de; “Gerçek Mecnun elbette benim!..” dermiş…
Bu iddialı konuşmalar, sonunda sultanın kulağına kadar gitmiş. Hayret ve merak ile;
“Tutup getirin ikisini de, demiş…
İmtihan edelim de, gerçek Mecnun kimmiş bilelim…
…..
Askerler dağılmışlar her bir yana, köşe bucak araştırmışlar ve bulup her iki Mecnun’u da saraya getirmişler.
Sultan önce, en görünür yere, ızbandut gibi cellatları dizmiş.
“Çağırın şimdi Mecnun’lardan birisini”, deyince ilkini salona almışlar…
“Mecnun sen misin?..”
“Evet Sultanım, ben Mecnun’um…”
“O halde uzatacaksın kolunun birini ve Leylâ için feda edeceksin…”
Mecnun, hiç tereddüt etmeden;
“Feda olsun Leyla’nın aşkına bir kolum” demiş…
Sultan onu perdenin arkasına aldırdıktan sonra ikinci Mecnun’u çağırtarak aynı sözleri tekrarlayarak;
“Öyleyse kolunun birini Leylâ’nın aşkı için feda edeceksin!..” Demiş.
İkinci Mecnun, önce, fedası istenen koluna uzuuun uzun bakmış bakmış… Sonra da sultana dönerek, gözyaşları içinde yalvarmaya başlamış:
“Kesmeyin Sultanım, demiş…
Yazıktır…
Kıyamam…
Ne olur…
Kesmeyin Leyla’nın kolunu!..”
———————————————————
Radyoda akşam haberleri:
Yeni bir dosttan merhaba; Benim adım Tuba Yalap. Bilgisayar mühendisliğinde okuyorum ve STOP KÖŞESİ’ndeki yazılar beni mekanik dünyadan alıp bazı şeyleri yeniden düşünmemi sağlıyor. İnsanların her zaman sevgiye, sevilene, Yaradan’a, şiire, bilgiye aç olduğu gerçeğini bir kez daha anlıyorum… Ben pek şiir yazmaktan anlamam, ama yakın bir dostumun yazdığı şiiri sizlerle paylaşmak istedim… Amatörce yazılmış bir şiir ama en azından her zaman bilinenlerin dışında bir şeyler göndermek istedim size:
Radyoda akşam haberleri:
Bir hırsız, bir ölü, bir kayıp hikâye…
Dışarıda şehrin buğusunda kaybolmuş
Renkleri karıştırmış, sevmeyi unutmuş
Bir yola çıkmış ama yolun başını unutmuş insanlar…
Sevmiyorum dışarıyı içim ise senle dolu
Ruhumu sarmış dikenli sarmaşık,
Kalbime batıyor dikenleri
Gönlüm matemde,
Oysa gün gibi, güneş gibi sevdim seni,
Doğmadın kimsesiz gecelerime
Bir bebeğin ağlamasındaki umut gibi,
O ilk gözyaşının saflığı gibi sevdim seni.
Oysa sen avuçlarında erittin kalbimi.
Seni beklemek, özlemek,
Gecikince meraklanmak istedim.
Senin için yemek pişirmek,
Tuzu az diye kızınca
Kendimi affettirmek istedim.
Pazar keyfi yapalım istedim.
Uyanınca ilk gözlerini görmek istedim ve,
(Öleceksem)
Ölmek istedim başım dizlerinde,
Elin saçlarımda…
Oysa sen alıp gittin kalbimi hiç bilmediğim gönüllere.
Vazgeçtim hepsinden, bari….bari görseydim seni,
Bilseydim uzaklarda, benim olmayan
Ama mutlu bir adam olduğunu
Biliyor musun cenazemi kaldırdım içimde az önce,
Gözlerinin derinliğine gömdüm kendimi.
Karanlıklar içinde bir kapı vardı, tek çareydi halime
Elimdeydi anahtarı, kaybettim canım az önce…
Kaybettım hem SENİ, hem BENİ, hem HİKAYEMİZİ…
Radyoda akşam haberleri:
Bir HIRSIZ, bir ÖLÜ, bir KAYIP hikâye….
Eda Aygün
Stop
Muammer Erkul
05 Eylül 2000 Salı