Öyle bir gece hatırlıyorum ki; anlatabileceğim her şeyin özeti var içinde:
Bir insanın aynı anda nasıl acı çekerek, nasıl müjde alarak, nasıl insafsız saldırılara ve tahrik edilmiş on binlerce insanın suizannına göğüs gererek; adeta sayısız yıldırımı bir paratoner gibi kendine topladığını… Ve bunu, üst kattaki aile efradına ve hatta yanında oturan bizlere bile hissettirmediğini, anlatmaya ve elimden geldiği kadar da kısaca toparlamaya çalışacağım.
Bir insanın aynı anda nasıl acı çekerek, nasıl müjde alarak, nasıl insafsız saldırılara ve tahrik edilmiş on binlerce insanın suizannına göğüs gererek; adeta sayısız yıldırımı bir paratoner gibi kendine topladığını… Ve bunu, üst kattaki aile efradına ve hatta yanında oturan bizlere bile hissettirmediğini, anlatmaya ve elimden geldiği kadar da kısaca toparlamaya çalışacağım.



Bir sebepten dolayı İstanbul’dan Çorlu’ya taşınmıştım.
Önce 28 Şubat, sonra büyük siyasi kriz, sonra büyük ekonomik kriz, sonra büyük depremler ve daha da büyük acılar hep bu dönemde yaşandı.
Duygular iyice inceldi, kalemin tesiri arttı…
Kıyıda köşede bulunmuş cam parçalarını kristale çevirip parlatır gibi; sokaklarda gezinen başıboş delikanlıları, tiraj rekorları hala kırılamayan bir gazetenin köşe yazarı yapan… Ben ve benzeri sayısız “evladını” iyi günlerinde ve kötü günlerinde asla yalnız bırakmayan… İsmi “abi” olsa bile binlerce çalışanı için babalık yapan Enver Ören beyin sıkıntılı günleriydi. Ve üstelik hem hocası, hem kayınpederi ve aşk derecesinde bağlı olduğu, büyük İslam âlimi Hüseyin Hilmi Efendi hem çok yaşlanmış, hem de o sıralar çok rahatsızdı…
Ziyaret etme ihtimalini düşünüp holdinge geldim. Ama hastaneye gitmenin yolunu bulamadım. Arabam da yoktu, o gece Bakırköy’deki teyzemde kaldım. Sabah Çorlu’ya dönmeden önce, yakın arkadaşım Murat Başaran’ın işyerine uğradım. Eniştesi Fatih Kökçe ile birlikte çalışıyorlardı ve işlerin arasında, akşam planladıkları organizasyon için haber bekliyorlardı:
“Enver abi yemeğe misafir alıyormuş. Biz de altı kişi için talep ettik, özel kalemden haber bekliyoruz” dedi Murat.
“Ben de geleyim” dedim.
“İletirim. Listeye ilave ederlerse gelirsin. Benim yapabileceğim başka bir şey yok” dedi.
Bütün gün bekledim orada, ama değdi. Benim de gelebileceğimi söylediler.
Akşamüzeri Yenibosna’dan yedi kişi olarak; Fatih abi, Murat, Fuat Bol, Yusuf Özer, Fehmi Deniz, M. Asım Gök ve ben yola çıkıp Sarıyer’e gittik. Vakti gelinceye kadar yolun karşısındaki evdeydik. Ve sonra, sahil yolundaki 23 numaralı yalıya geçtik.
İlk defa giriyordum Enver beyin evine.



Sene 2001’di. Dört buçuk yıldır 28 Şubat kararlarıyla uğraşılıyordu. Doğru yanlış her şeyin konuşulduğu, müessese olarak çok yıpratıldığımız zamanlardı. Fakat yine de basın yayın, sağlık, inşaatçılık, madencilik ve hatırlamadığım sayısız kuruluşun sahibi olan Enver Ören’in yalısına giriyordum…
Ummadığım kadar samimi karşılanmıştık. Enver abinin üzerinde sade bir kıyafet vardı ve sonraki sadelik ise daha da şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcıydı: Girişteki küçük salona üç sofra kuruldu. Bu yuvarlak sofraların başına, yere oturduk: Koskoca İhlas Holding’in sahibi Enver Ören, arabanın şoförü, aşçı, koruma, özel kalemden Cemil Aral, Ferruh Cilloşoğlu, ve bizler. Yaklaşık on beş kişi…
Enver abi karşıdaki sofrada, deniz yönüne sırtı dönük ve herkesi görecek şekilde oturmuştu. Mustafa Asım abinin o yemekte “ikinci gün baskı için kâğıt olmadığını” söylediğini hatırlıyorum ve bir de Enver abinin hiçbir sıkıntıyı herkese birden duyurmadığını…
Afiyet olsun denince çorbaya başlamıştık. Sonra kuru fasulye geldi…
Bir de çoban salata vardı kocaman tabaklarda. Fakat salatanın içinde öyle acı bir biber vardı ki; sanki ağzına değenin dili dudağı kabarıyordu! Ben de yanmıştım… Fakat Enver abinin önünde o biberlerden ayrıca vardı, yiyordu ve siz de yiyin, diyordu. Ucunu kendi yediği bir biberi hemen solumdaki Murat’a attı. Murat Başaran bir ısırdı ve devamını sakladı…
“Muammer, sen de yedin mi oğlum?” Dedi Enver abi… Sadece salatanın içindeki biberin tadını almıştım ama;
“Yedim efendim”, dedim…
“İyi… O acı da sana yeter!..” Dedi.
O acının ne olduğunu ise sabah namazı vakti hep birlikte öğrenecektik!



O geceden hatırladığım bir başka şey, bilgi/iletişim trafiği… Fakat kendisi konuşmuyordu. O bizlerle sohbet ederken görevli arkadaşlar telefon veya laptoptan bilgi alıp bir şeyler fısıldıyorlardı. Ayrıca televizyon bile açık değildi.
Aslında çok çok kısa kesiyorum o geceyi; hisleri katmayıp sadece olayları anlatmaya çalışıyorum…
Arabalara bindiğimiz zaman sevinçten uçuyorduk, hele ki ben…
Çünkü yarın sabah 26 Ekim’di, yani doğum günüm. “Sarıyer’de kuru fasulye partisi yapıp, şimdiden doğum günümü kutlamış oldum” diyordum…
Meğer o gece en büyük sevinçlerden biri yaşanırken, en büyük acılardan biri de gelip kapıya dayanmış… Yine de bizlere hiç bir şey hissettirilmemiş.
Herkes evlerine dağıldı. Benim o saatte gidecek yerim olmadığı için, gece yarısı Murat’ın Marmara Evleri’ndeki evine geldik. Salona yatak hazırladı benim için.
Uyudum…
Bir şeyler görüyorum rüyamda; uyandım ki, ağlıyorum. Ama öyle az buz değil, yastık sırılsıklam olmuş…
Önce, nerede olduğumu şaşırdım. O sıra salonun kapısı usulca açıldı. Baktım ki Murat, kapıyı açtı ve öylece sessizce durdu.
Sağ dirseğim üzerine doğruldum ve sadece;
“Biliyorum” dedim!
“İkindi namazında Eyüp Sultan’dan kalkacakmış” dedi…



Enver abiyi sevmeyenler, O’nu tanımayanlardır; çünkü O’nu tanıyan birinin, sevmemesi mümkün değildir!
İhlas Holding’in bütün defterleri, kayıtları, hesapları, en tepeden tırnağa kadar, aile fertleri dâhil herkesin şahsî hesapları bile mahkeme tarafından araştırılıyor, suç unsuru bulunamıyor. Bu masumiyeti beğenmeyenler bir kere daha yargılıyorlar, hatta bazı bakanlar gazetede bazı yazarların çekmecelerinde delil arayacak kadar ileri gidiyorlar fakat sonuç gene aynı. Holdinge ait her kurum ve adı geçen her kişi beraat ediyor. Bunu da beğenmiyorlar ve mahkeme tekrar işe başlıyor… Bizim orada olduğumuz günün akşamı üçüncü ve son defa beraat kararı çıkmış… Fakat aynı zamanda hastaneden gelen haberler var. Öyle ki; “kim bir başka kişi uğruna canını feda eder” diye sorulsa, zerre kadar tereddüt etmeden, kesinlikle ilk sıraya yazılacak kişi olan… Ve hocasına, aşk filan değil gerçek bir karasevda ile bağlı olan Enver abinin, hocası ve kayın babası olan Hüseyin Hilmi Efendi Hazretleri’nin en kritik saatlere girdiği bilgileri de geliyor…
Yanındakiler olarak bizler, bunu da hissetmiyoruz.
Enver abi elbette Eyüp Sultan’daki cenazede (26 Ekim 2001) belli ki en yıkılmış, en çökmüş gününü yaşıyordu.
Fakat öyle bir insandı ki; binlerce kişiyi yine kendisi teselli ediyor ve mübarek hocasından nakiller yaparak gözü yaşlı insanlara müjedeler veriyordu.
Enver abi elbette Eyüp Sultan’daki cenazede (26 Ekim 2001) belli ki en yıkılmış, en çökmüş gününü yaşıyordu.
Fakat öyle bir insandı ki; binlerce kişiyi yine kendisi teselli ediyor ve mübarek hocasından nakiller yaparak gözü yaşlı insanlara müjedeler veriyordu.
Enver abiyi sevmeyenler, O’nu tanımayanlardır; çünkü O’nu tanıyan birinin, sevmemesi mümkün değildir!
O tek tek tembih ederdi bizlere; kimseye kötü söz söylemeyin, önce Allah’ın sonra devletin kanunlarına sakın karşı gelmeyin, bize hakaret etseler de cevap vermeyin, derdi… İnsanların, grupların karşı karşıya gelmesini kesinlikle istemez, kendi kanallarında tartışma programları bile yaptırmazdı.
Çalışanlarına “Bizim bir doğrumuz var, buna inanıyoruz ve sadece bunu söylüyoruz. Bu söz de zaten bizim değildir, hocalarımızdan öğrendiklerimizdir. Bütün işlerimiz de bunun içindir” fikrini aşılamaya çalışıyordu.
Samimi inancım şudur ki;
Enver abiyi sevmeyenler, O’nu tanımayanlardır; çünkü tanıyan birinin O’nu sevmemesi mümkün değildir!
Enver abiyi sevmeyenler, O’nu tanımayanlardır; çünkü tanıyan birinin O’nu sevmemesi mümkün değildir!
Muammer Erkul
O gece orada o acı biberden ısırmadım! Fakat o acı şu an, bana da yetti!..
İLİRYA
Bu nasıl yazı böyle abiciğim… :'(
Evet, o gece orda değildik ama, yaşadık sanki o geceyi… O mutluluğunuzu hissettik, o acıyı yedik… Yahut, yaşayanlar daha nasıl yaşadı, bilmem…
Evet, mutlaka öyledir; Enver abiyi sevmeyenler O’nu tanımayanlardır mutlaka… Başka türlü olamaz…
Hicran Seçkin
Niye konuşamıyorum…
Niye yazamıyorum…
Niye susmuş dilim…
Bu acı da bana yeter…
Satırlarınızın, hatıralarınızın devamını bekliyoruz!..
Ayşe
Çok duygulandım Muammer’ciğim.
Büyük insanların sabırları da büyük olurmuş.
Şu 28 Şubat zalimlerinin yargılanması bazı kimseleri rahatsız ettiğinden, “hükümetin bu konuyu biraz abarttığını” söylemeye çalışan gafillerin kulakları çınlasın. Buna benzer binlerce zulüm birbirini kovalamıştı, fakat ZULÜM âbâd olmazdı. Halkın önemli bölümünü bu zulüm uyandırdı ve koalisyonlardan kurtulunması gerektiğini anladı ve güçlü bir iktidar çıkardı. Adalet ve Kalkınmanın (çok zor şartlara rağmen) çok istikrarlı gittiğini gören halk, her seçimde güvenini ve desteğini arttırdı. Şimdi şu 28 şubatçıların tamamının yargılanabilmesi için, bu seçimlerde %60 destek için vargücümüzle çalışmalıyız. Bakınız mahkûm oldukları halde hâlâ İNTİKAM çığlıkları atıyorlar.
Enver Ören abimiz MAZLUM olarak huzûra gitti, mekânı CENNET olsun inşallah.
Muammer kardeşime de teşekkürler ediyorum.
Abdullah Raif Öztürk
O akıcı, bir nefeste okunabilen yazılarınız…
Hele o her paragraf arasındaki, torunum Serhan’ın deyimiyle, üçer tane (SEVGİ KALBİ)…
Bayılıyorum konularınıza da.
Çetin büyümüş de neler neler yazıyormuş meğer.
Bu sevinç de bana yeter!!!
BİRSEN ablan
Ne de güzel yazmışsın…
Bir derinlik ki nakşedildi gönlüme.
Şimdi sarılsam size,
ve sabaha kadar sürse,
Hiç usanmam…
Ölene kadar ağlasam,
Gene de yetişemem sizlere,
Oturup utansam kar eder miyim?
Hıçkırıklarıma…
Bilirim hizmet etmek, göz yaşlarından üstündür…
Hamza Eydalı
Keşke acılarımız acı biberin ağzımızda bıraktığı acılıkta kalsa… Ama ne yazık ki öyle olmuyor.
Bu ülkede devleti sömüren iliğine kadar kurutup kesesini haramla dolduranlar değil Allah korkusuyla yaşayıp bir başkasının rızkına el uzatmaktan sakınanlar yargılanıyor.
28 şubatları, 60’ları 80’leri ve daha bir çok olayları unutacak hal mi kaldı?..
…….ler bağrımızı yaktılar, içimizi delip geçtiler!
Bir Hüseyinler gider yerine bin Hüseyinler gelir; onlar ki yaşadıkları her an kendileri gibi binlerce evlatlar yetiştirirler.
Cenabı Hak onları aramızdan alsa da bıraktıkları miraslar bizlere ebediyen yetecektir…
Mevla her zaman doğrunun ve haklının yanındadır…
Unutmayalım ki kimsenin yaptığı yanına kar kalmaz ve herkesin ödeyeceği bir bedel vardır…
GÖRELİM MEVLA NEYLER NEYLERSE GÜZEL EYLER….
Hülya
Kıymetli Muammer Ağabey,
Yine nefis bir yazı yazmışsınız. Yüreğinize sağlık… Kıymetli bir kardeşimiz askere gidiyordu. Onun vesilesiyle yaklaşık 25 arkadaş bir araya geldik ve orada laf lafı açtı ve konu sizin yazınıza geldi. Bu yazı orada okundu ve herkes yazıyı pürdikkat dinledi.
Tebrik ederim. Yazacak çok şey var fakat…
İbrahim Cebeci