(Dünden devam)
Memleketten gelen kaynana sabahın en erkeninde, bahçede köklediği çiçeklerin başında bağırıyormuş:
-Niye bakmaysinuz bu bahçeye uşağum, her yani ot bürümuş… Haçan söktum hepsinu da lahana fidesu ektum… Üstuna pasanun bacağinu kirarum daa!..
…….
İşte bir “uşağun” çiçek merakı da böylece sona ermiş… Sonra mı ne olmuş?.. Ne olacak, kısa zaman sonra bütün mahalleli kara lahana yemeyi…
Ardından kara lahana pişirmeyi…
En sonra da kendi bahçelerinde kara lahana yetiştirmeyi öğrenmişler!..
Yani kayınvalide, bir süre kaldığı mahalleye “marş gibi” ezberletmeyi başarmış:
Uşağum, istediğun nedur?
Paluk isa; hamsi… Ağaç isa; finduk… Çiçek isa; lâhana…
Haçan punlar sağa yetmay midur?..
…..
(Fadimaanaaam, ellarindan öpayrum!..)
Nerden çıkmıştık biz yola?..
Kedilerden tabii ki. Dünyanın en talihsiz kedilerinin hangi mahallede oturduğunu (daha doğrusu rahat rahat oturamadığını) bilince gayriihtiyârî çenesi düşüyor insanın…
Üstelik “konu mankeninin” ismini yazsam; büyük ihtimalle reklamı olacağından ve Cemiyet-i Muhafaza-i Hayvaniyye gönüllüleri belki de iş açacaklarından başına… Direkt olarak;
“Bir kedi dört nala koşuyordu”, diye başlıyorum anlatmaya…
Niye?.. Çünkü adı lazım olmayan o “mahluk”, sever gibi yakalayıp… Biraz yiyecek filan da verip… Dört tane gazoz kapağını japonla yapıştırıvermiş hayvancağızın ayaklarına!..
Allah seni ıslah etsin çocuk.
Sonra da bırakmış zavallı kediyi…
Bir adım atmış ayaklarına gazoz kapağı yapışık olan kedi; “tık!” diye bir ses duymuş…
Bir adım daha atmış; “tık, tık” demiş ayakları!..
Endişe etmeye başlamış haliyle zavallı… Sallamış patilerini, silkelemiş, ama düşürememiş… Başka istikamete yönelmişse de, ses; “tak taka tak tak” gelmeye devam ediyormuş ayaklarının altından!..
…..
Şimdi “sen” düşün bakalım…
Yani o kediyi bırak da, kedi olsaydın “sen” ne yapardın, her ayağına yapıştırılmış birer gazoz kapağıyla?
Koşamasaydın… Koşsan duramasaydın… Ağaca tırmanamasaydın… Ve her adımında aklını oynattıracak çatırtılar-çuturtular işitseydin ayaklarının altından?..
Ha?..
Ben mi?.. Ben kedi olsam hiç beklemeden dört nala kaçmaya başlardım şüphesiz…
İşte kedi de aynen öyle, yani benim yapacağım gibi yapmış. Fırlayıp yol boyunca koşmuş, koştukça “çıtank, çutonk” çınlıyormuş kulaklarında her adımı… Asfalt ve kaldırımların öttüğünü sanıyormuş kedicik!.. Önüne biri çıkmış o an. Durmak veya dönmek istemiş, ama haliyle duramayıp “vıjjjjt…” diye kaymış, ve karşısındakine çarpıp devrilmiş sırtı üstü…
…..
Sırtüstü düşmek bir kedinin şânına yakışır mı?..
Utancından kulakları kıpkırmızı olmuş hayvanın…
Bir an evvel buralardan gitmek için en yakın ağaca hamle etmiş… Ama, ağacın sıçradığı yüksekliğine “pat” diye çarpıp, gene düşmüş yere…
Hem de gene sırtüstü!..
Yani cebi olsa atacak elini cebine, ve çıkartıp bir kısa Camel yakacak… Ama ellerine gazoz kapağı yapışık, hem de japonla…
…..
(Not: Kahramanımızın bir kedi hayvanı, Camel’in de bir deve hayvanı olması tamamen tesadüfidir… Sadece bu sigaranın sert olmasının konu içinde ehemmiyeti vardır. Yoksa ne sigara şirketinden ne de Capon devletinden herhangi bir reklam girdisi ile tanışmışlığımız felan yoktur… Duman Avcılarının hücumuna da lüzum yoktur, çünkü bahsedilen hayvancağızın ellerinde zaten gazoz kapağı yapışık olduğundan sigara içememektedir!..)
Yani, pişman olmuş esasında, kediye bu “şaka”yı yapan bile, ama iş işten geçmiş artık. Çünkü artık hayvan kimseye kendini yakalattırmıyormuş…
Yeter mi, bu günlük bu kadar?.. İyi, yetsin bakalım…
Yarın, kaldığımız yerden devam ederiz, değil mi?..
Stop
Muammer Erkul
08 Ağustos 2001 Çarşamba