(-7- Devam…)
Epey zaman oldu ama, henüz bir hikâye yazmamışımdır size… Dinleyin, dinleyin de “hikâye” görsün gözünüz!.. Bir “resim” hikâyesi!
…..
Tarihini tam hatırlayamıyorum, ama yerini şimdi bile “şıppadanak” bulurum; falan yerden filan yere gidiyorum. Yol yabancı değil yani…
Hani o gün sürat de yapmamışım orda…
Durdurdu polis amcam;
İmza isteyeceğini sandığımdan, keyiflenip sırıttım… Ama o;
-104 kilometreyle gidiyordunuz, dedi.
-Eksiğim mi var, dedim…
Borcum olsun, fazladan 56 kilometre daha yaparım!..
-Hayır, dedi (gülmeyi bilmeyen) adam… 4 kilometre fazlanız var. Ehliyet ve ruhsat lütfen…
Üç şeye birden inanamadım: Bir; beni tanımamasına… İki; sadece 4 kilometre için durdurulmama… Üç; Şirinliğin sökmemesine…
Bu yüzden “B planına” geçtim hemen…
-Ben ehliyet ve ruhsatımı buluncaya kadar siz yanımda kalmış olan şu gazetelerin kıvrık köşelerini okuyun da, dedim aranır gibi…
-Okuyalım bakalım, dedi. İlkinin başlığı: “Seni seviyorum küçük kız” (burda kötü kötü baktı bana)… Diğerinin başlığı; “Beni seviyon mu?” (burda gene baktı)… Öbürü ise; “Laz virüsü…
Ne demek bunlar?..
-Görmüyor musunuz, o ‘ben’im… Resim bana benzemiyor mu?..
-Hayır, bu resim sana benzemiyor… Bir bu resme bak, bir de şu dikiz aynasındaki kendi tipine!..
-İnanın o benim be aabi…
-Ya, oğlum şu kravatlı mravatlı koskoca köşe yazarının sen olabileceğine inanacağımı nasıl düşünüyorsun ki sen, sadece adın ve soyadın tutuyor diye?.. Şu haline baksana sen; boynunda bordo mendil, sırtında kırmızı atlet, sanki çok varmış gibi bir de göğüs kılların dışarda!.. Radyo sonuna kadar açık…
Ver sen şu ruhsatı ver, hah…
Gel şimdi ardımdan şu ekip arabasına da, Trabzonlu komiserimle tanış, “Laz virüsü” yazısını o daha iyi anlar belki!..
Aa, bak sen, bir de altında bu renk pantolon ha?..
Bir de, şurdaki yazar olduğunu iddia etmek ha!..
-İnanın ki komiserim, benim o?..
-Tamam, inanırdım belki; ama elinde tuttuğun gazete “bu gazete” olmasaydı!..
Cezayı öderken akıllanırsın da, “sadece ismin benzediği için” bir daha bu gazeteyi kullanmaya, istismar etmeye çalışmazsın!..
Ben susup kaldım işte o zaman…
Hız sınırını (4 km de olsa) aşmaktan ve bir de polisi kandırmaya teşebbüsten “paşa paşa” ceza yedim… (Trafik kayıtlarında vardır bu ceza.) Zaten, eğer tam da o an susmasaydım; “görev başındaki polise itirazdan” bir ceza daha yiyecektim…
Üstelik bir de Trabzon’lu komiserin önünde, deminden beri “benim yazdığımı” iddia ettiğim; “Laz virüsü” isimli yazının bulunduğu köşe de açık durmaktaydı!..
Ben diyorum işte her zaman; resimlerim bana benzemiyor;
Yedi sene önce (de) onsekiz yaşında olsam bile, o zamanki onsekiz yaşımdaki halim ile yedi sene sonraki onsekiz yaşımdaki halim birbirine benzemiyor işte…
Ama aradan otuziki sene geçebilir, ve ben elli yaşımı görebilirsem bir resim çektireceğim ve bir daha hep onu kullanacağım; kelse kel, dişfifşe dişfif!..
Ama, bu hal de, yani tipimizin değişmekte olması bile; “BÜYÜYOR” olmanın bir delili, değil mi…
Ya, “BÜYÜMEYE ÇALIŞANLARDAN” olmasaydık!..
…..
(Üfff!..
Laf da ne biçim oturdu şimdi, değil mi ama?.)
Evvelki gün, inanamadığım bir şey gördüm; denizi de gölü de olmayan bir kasabada… Daha doğrusu o kasabanın, hem de (kuruldu kurulalı) “böyle bir nesneyi” ilk görüşünü gördüm hatta…
(Adını söylersem hakikaten ayıp olacak, ama bilin ki belki de dünyanın en son su basacak veya deniz gelecek bölgesi…)
Ne miydi o bahsettiğim nesne?..
Bir sandal!..
Ama öyle kaçar gibi, göçer gibi filan değil. Basbayağı kapılardan birinin önüne çekilmiş, sanki geçtiğimiz yol da Göksu deresiymiş gibi…
İnanamadım!..
Yanımdakilere sordum;
-Ne iş bu yahu?.. Ne işi var bu “taka”nın burada?.. Kim oturur bu evde?..
-Bu evde oturan kiracı; …… Ortaokulu’nun müdürüdür…
-Y… bey mi?.. Yahu o şeyli… Karadeniz’in …. ilçesinden değil midir?..
-Evet, tam da o dediğin yerdendir işte!..
-Yahu sorsun biriniz gördüğünde hocaya da; belki bilmediğimiz bir iş vardır altında… Bahaneyle biz de öğrenmiş olalım…
…..
Bekliyorum bu günlerde; eğer öğrenebilirsem, size de yazacağım “çöl”deki “taka”nın sırrını!..
Stop
Muammer Erkul
14 Ağustos 2001 Salı