Röportaj [08 Eylül 2005 Perşembe]

(Türkiye Çocuk Dergisi’nin Ağustos sayısından kısaltılarak alınmıştır.)

-İnsanın içinde büyümeyen bir yanı var değil mi Muammer bey, hadi gelin “çocuk çocuğa” konuşalım sizinle…
-Memnuniyetle… Ve sevinçle… Ve sevgiyle… Evet haklısınız, her insanın içinde bir çocuk yaşıyor aslında. Ya da yaşamalı bence. Çünkü içimizdeki bu çocuk; tatlı merakların, hoş heyecanların peşinde koşturuyor bizi. Nefes nefese aramamızı, çığlık çığlığa bulmamızı fısıldıyor hep kulağımıza… Ben işte bu çocuğa çok şey borçluyum: “Çık şu erik ağacına” der, çıkar erik toplarım; “yakala şu kurbağayı” der, yakalar ve pörtlek gözlerine bakarım; “şu duvara resim yap” der, bir kiremit parçası bulur veya evdeysem bir kalem alıp duvarı süslerim…

-Siz nasıl bir çocuktunuz?
-Sakin.. Ve derin.. Ve söz dinleyen bir çocuktum!.. Okula başlamamdan en az iki üç sene önceydi. Evimizin bahçesinde küçük bir elma fidanı vardı. Boyu da ancak benim boyum kadardı. O sene ilk elmasını yapmıştı. Tam gözümün hizasında her gün biraz daha büyüyordu o elma. Fakat evdekiler; “sakın koparmayın” diye tembih ediyorlardı… Peki, ben ne yaptım? Ağzımın hizasında büyümekte olan o elmayı, pembeleşen tarafından başlayarak… Dalından “koparmadan” yedim!.. Sabah uyananlar baktılar ki; fidancığın dalında bir elma çöpü sallanıyor!.. Elma yenmişti, ama koparılmamıştı… Çünkü ben söz dinleyen bir çocuktum!..

-Çocukken ne olmayı hayal ediyordunuz?
-Çok özel biri olduğuma inanırdım. Özel ama ne, bilmiyordum… Bizim evde bir kitap vardı, babam okur ben de onu dinlerken uyurdum. Okulla birlikte edebiyatçıların isimlerini tanımaya başladım. İyi de hepsi çift isimliydi. Niye benim adım bir tane diye hayıflanırdım. Anlattılar: Üç kızdan sonraki çocukları eğer oğlan olursa; annem de babam da kendi babalarının ismini koymak istemiş. Fakat doğumuma az zaman kala, yedi yaşlarındaki ablama adımı rüyada öğretmişler. Böylece benim de adım tek olmuş. Ama ismin tek veya çift olması yazmaya engel değil, inanın bana!..

-Yazarlık yolculuğunuzu biraz anlatır mısınız?
-Bütün gördüklerimi bir gün bana soracaklarmış veya ben yaşadıklarımı yazarak anlatacakmışım gibi bakar ve düşünürdüm hep. Neyle karşılaşsam nerde çalışsam; “iyi bak, bir gün bunları anlatacaksın” derdim kendime!.. İlginç işlerde çalıştım. Örnek; Paşabahçe’deki kristal atölyelerinden birinde bardak dekoru çıraklığı yapıyordum. Bir gün ustaya işten ayrılacağımı söyledim. Benden çok memnundu, sebebini sordu. Dedim ki:
“Ben yazıp çizerek para kazanmak istiyorum…”
Sessizlik oldu. O geveze adam susup kaldı. O kadar şaşırdı ki… Bir harf bile söylemeden sadece baktı bana. Ben de, o zamanların sessiz çocuğu yarım haftalığımı bile istemeden ve başka tek kelime etmeden yürüdüm… Bakın, işte; buraya gelmişim!.. Anladım ki; varmak için durmamak lazım!..

-Sonunda buraya geldim dediniz de, siz bu dergide de çok çalıştınız…
-Evet, hem de yıllarca. O zamanlar ressam olarak tanıyorlardı beni. Çekirge Çetin’in hikâyelerini önce Türkiye Çocuk Dergisi’nde çizmeye başlamıştım. Sonra Pof Pof isimli turuncu ayıyı ve ardından Bilgehan’ı bu dergi için çizmiştim… Hâlâ da her sayısını satın alır ve okurum dergimizi…

-İnsan neden yazar olmalı? Ben niye yazar olmayı istemeliyim mesela?
-İçinde iyilikler, veya okurken öğrendiğin güzellikler varsa… Ve bunları senden sonra gelenlere aktarmak istiyorsan… Allah vergisi bir yazma kabiliyetin varsa, hele de üslubun gelişirse… Ama daha da önemlisi sabrın, feda edilecek uykuların, ve bu uğurda vereceğin ömrün varsa; hiç durma, başla bu işe…

-Tavsiyeniz olacak mı Türkiye Çocuk Dergisi okuyucularına?
-Elbette… Bir yere gelmiş olan herkese sorsunlar. Bu insanların hepsinin, okul kitaplarının haricinde mutlaka başka kitap ve özellikle de dergi okumuş olduğunu görecekler. Kaç yaşına gelirlerse gelsinler dergilerini okumaktan sakın vazgeçmesinler… İçinde bulundukları her yaşın sevincini duysunlar. Çocukken çocuk oldukları için ve sonraki her yaşta o seneyi yaşadıkları için sevinecek sebepler bulsunlar… Kendileri büyürken de “içlerindeki çocuğun” büyümesine asla izin vermesinler…

Stop
Muammer Erkul
08 Eylül 2005 Perşembe

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir