Dedem anlattıklarını hikâyeler şeklinde anlatırdı hep…
Bazen geç saatlere kadar sürerdi bu fasıl. Ama ben de sonuna kadar hatırlardım anlattıklarını; bunun için şaşardım kendime… Öyle ki; herkesin uykusunun geldiğini görür, yine dinlerdim… Bir gün bunu konuşmuştuk annemle.
-Aslında sen öyle zannediyorsun, demişti. Bunu yapan dedendi!..
Şaşırmıştım. Anlamaz gözlerle baktım yüzüne. O devam etti:
-Senin saçlarını okşaya okşaya, boynunu kaşıya kaşıya anlatırken, çoğu zaman sen uyurdun. İşte o zaman deden beklerdi… Sen uyanınca kaldığı yerden devam eder veya en başından başlardı… Başka günler de anlattığı olurdu aynı hikâyeyi. İşte o yüzden hatırlıyorsun anlattıklarının çoğunu. Hem hikâyeyi hem de kimden öğrendiğini biliyorsun, ama onun sana kaç kere anlatıldığını bilmiyorsun; yani dedenin sabrını anlamıyorsun!
Şaşkınlığım artmış, dedemi özlemiştim o an. İçimde sızlamıştı…
-Bizler de dinlerdik aynı şeyi. Fakat büyükler öğrendiğini çabuk unutur. Çocuklar ise ezberlediklerini unutmuyorlar! Deden bunu bilirdi…
-Siz anlıyorsunuz, bazı işlerinizi düzeltiyorsunuz. Ama bir süre geçince unutacaksınız!.. Fakat eğer bu çocuğa birkaç doğru öğretebilirsek… O şimdi hakkıyla anlamasa bile; bunları sonradan hatırlar ve başkalarına da anlatır, öğretir, derdi…
Annem bunları anlattıktan sonra bakış açısını kavramıştım dedemin. O, kendine para kazandırmaları için, oğullarına akıl veren tüccarlardan farklı düşünüyordu…
Kendi ulaşabildiği son insanı; onun ulaşabileceği son insanlara “nasıl ulaşması gerektiği” konusunda eğitmeye çalışıyordu, ki ne zor ama ne güzel iş!.. Bir hareket başlatmak istiyordu anladığım kadarıyla; kendi kendini kopyalayan bir hareket… Belki de bu hareketi bir yerlerden almıştı da kendinden sonrakilere aktarıyordu…
Bir yaz günü. Dedem ikindi namazı için abdest almıştı. Bahçe kalabalıktı. Yüzü ve kolları ıslak halde biz çocukların yanından geçerken, komşuda oturan kiracının kızlarını gördü. Başlarını okşadı. Üç taneydi onlar. Biri küçük, ikisi ilkokula gidiyordu.
-Duaları öğrendiniz mi, dedi?
-Okulda öğrendik, dedi büyükler.
-Tekrar edelim mi? Dedi gülümseyerek.
-Peki, dediler…
Hemen orda, bahçede kıldı ikindi namazını. Sonra bir tabureye oturup karşısındaki kızlara birkaç sure okuttu. Özellikle Fatiha ve İhlâs üzerinde duruyordu. Yanlışlarını kendi okuyor, sonra tekrar ettiriyordu… Kızlardan biriyle o kadar uğraştı ki; çok kızdım! İkisini tek nefeste okuduğumuz duaları niye doğru dürüst ezberleyemiyordu? Sırf dedem kendisiyle ilgilensin diye, bilerek yanlış okuduğunu sandım!..
Oyunlar çoktan bitmiş, herkes evine gitmiş, hava kararmıştı. Hep aynı yeri tekrarlıyorlardı! Kız da usanmadı aslında tekrardan, ama dedem; nasıl bıkmadı, nasıl sinirlenmedi bilemiyorum.
-Ben öğretmezsem kim öğretecek, dedi bana…
-Bir kere daha doğru okursak, olacak, dedi kıza…
Saatler geçti aradan, yemin ederim. Yatsı vakti yaklaşınca nihayet bıraktı, ayağa kalktı dedem. Biraz üzgün halde eve girdi. Belki dili dönmeyen, belki de yanlış öğretildiği için artık düzeltemeyen kız da, kardeşiyle birlikte kendi evlerine gitti…
Sonradan bunu çok düşündüm ben;
Dedemdeki sabrın acaba ne kadarı var bende, diye?..
Stop
Muammer Erkul
16 Şubat 2007 Cuma