Sana mektup… [29 Ağustos 2004 Pazar]

"Ben yazı yazayım mı"nın cevabının devamı…

………

Karikatür, resim, resimli roman yapıyorken bu işe meraklı o kadar çok kişi geliyordu ki yanımıza… Her gün önümüzde dosyalar olurdu; amatörlerin getirip bıraktığı. Hepsine bakmak mümkün bile olamazdı.
Üç beş karalamasını bir sanat eseriymiş gibi önüme koyanlara;
"Büyük emek harcamışsınız, tebrik ederim, derdim. Çok çalışırsanız başarabilirsiniz. Bu getirdiklerinizİN sayısı kadar yeni eser hazırladığınızda onları da görmek isterim…"
Şöyle bir kasıla kasıla çıkarlardı odadan, sonra da hiç görünmezlerdi. Çünkü hayatları boyunca çizmiş oldukları ve çizecekleri, işte sadece o kadardı!..

Nadir olarak diğerleri de gelirdi.
Onlara ise kıyamazdım; sanat yolunun insanın içini lif lif atan meşakkatini, çilesini hatırlayınca…
En iyi ihtimalle benim geçtiğim yollardan geçeceklerini hayal eder, ürperirdim…
Çoğu zaman da, gerçekten iyi çizenlerin suratının tam ortasına şöyle derdim:
"Bırak bu sevdayı!.."

Çünkü o gün, benim sözümle bu işi bırakacak olan; zaten günün birinde bunu bırakacaktı, ben ona yardım etmiş, çok zaman kazandırmış, büyük bir dertten kurtarmış oluyordum… Yapacak-devam edecek olanlar ise benim bu sözümü duymazdı bile. Üç gün içinde bir kamyon resimle yeniden gelirlerdi…
…..
"Başaramazsın" frekansını işitmemesi gerekiyor kulağın!..

Yani top hep sende olacak ve olmalı da…
Antrenör senin adına koşamaz, sayı yapamaz, gol atamaz…
Kulağına fısıldar, sırtını sıvazlar, sonra da sarılır sana tebrik etme vaktinde…
Onun yapması gereken, senin önüne topu koymaktır; didinesin diye!..

Ben resimli roman yapmaya, bana; "sen resimli roman yapamazsın, boşu boşuna uğraşma" dendikten sonra başlamış, ve uzun yıllar da ekmeğimi bu işten çıkarmıştım…
O sıralar günlük resimli roman hazırlayan biriyle şahsen de tanışmıştım. Bir gün, ikimiz yalnızken: "Benim çizdiklerimi nasıl buluyorsun, çizmeye devam edeyim mi?" Dedi. İnanamadım buna!.. Ben yeni başlıyordum, halbuki onun yıllardır günlük yayınlanan bir köşesi vardı. Üstelik yaşı benden büyük, tecrübesi ise fazlaydı.
Hangi cesaretle, bilmiyorum ama;
"Bana bunu soranlara ben aynen şöyle diyorum" diye başlayarak az önce anlattıklarımı özetledim. Sonra ne oldu tahmin edebiliyor musun?..
Bı-rak-tı!..
Ve bir daha da ne kendini, ne de çizgilerini hiç görmedim.
Şimdi düşünüyorum da; acaba ben ona kötülük mü ettim? Hayır. Sanmıyorum. İşini hızlandırdım, ona zaman kazandırdım…

Bir de tam tersi vardı. Haftada iki üç gün iş yerinden kaçıp yanımıza gelirdi. Bazen; buraya tayinim çıktı, derdi. Bazen; yardıma geldim, derdi. Bir gün; şunu getirdim, der başka günse; bunu almaya geldim, derdi… O zamanlar kimse resimlerini de beğenmezdi açıkçası, ama bu onun umurunda bile değildi… Her gün bir sebep bulur ve yeniden, yeniden, yeniden gelip kendini kovalatırdı(!) Zaten kendi müdürleri de kayboldukça onu bizim orada bulmaya alışmışlardı…
Yıllar geçti. Evlendi. İki çocuğu oldu…
Hâlâ resim çiziyor!..
Başka hiçbir iş yapmadı. Henüz görmedim ama küçük bir dükkan açmış, tablo yapıp satıyormuş…

Stop
Muammer Erkul
29 Ağustos 2004 Pazar

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir