Yaşımız küçüktü veya büyüktü; ama bizler, pek çoğumuz o günleri yaşadık…
Birileri; horlanmak, sürünmek, dilenmek pahasına sanatçısını besliyor, destekliyor, ödüllendiriyor; yurt içi ve dışında tanıtıyordu…
Bakıyordu, ve;
“Bu mu sanat, diyordu insanlar? Bunları çizenler-yazanlar-yapanlar mı sanatçı?..”
“Evet”, diyordu gazeteler, radyolar, televizyonlar…
“Evet, diyordu bir önceki kuşağın sanat adamı olarak ezberletilenleri… Evet, sanat budur ve sanatçı bunlardır!..
Çünkü sanat görecelidir ve işte bu yüzden; bunları yapanlar sanatçı olmasa bile, bunların yaptıkları sanattır!.. Dolayısıyla, yarınların önüne sanat tepsisinde sunulan eserlerin sahipleri de otomatikman sanatçı olur!..”
O zaman, bizler için sapılacak yol beliriyordu: Pek çoğumuz düşünüyor ve içimize yerleştirmeye çalışıyorduk ki; ancak böyle yaparsak, istenen yola kayarsak sanatçı olacağız ve eserlerimizin adı “sanat” olacak!..
Bu konu, kısa kesilemeyecek kadar; bir kişiyle veya bir köşe yazısıyla bitirilemeyecek kadar uzundur… Bu yazı da zaten; bu günün değil, yarının büyük insanlarının hamuruna katkı olsun diye yazılmaktadır…
Çünkü bu konu; geçen yüzyılın son çeyreğinde, daha geniş çerçevede ise geçen binyılın son çeyreğinde yaşanmış ve yaşanmakta olan (büyük savaşlarımızdan daha büyük) acılarımızdan biridir…
…..
Özet: Sanat, kimin elinde ise; gelecek onun!..
Söze hak vermek kolay… Peki sanatın gemileri nereye yanaşacak?.. Sahillerinizde iskeleleriniz hazır mı?.. İskelelerinizde pazarlarınız var mı?..
İki eli birbirine çarpınca çıkan sese “alkış” dendiğini, takdir edip beğendiğin zaman bunu yapmak gerektiğini öğrettiniz mi insanlarınıza?..
…..
Veya, bari şunun hesabını tuttunuz mu?..
Bir yılda, on yılda, yüz yılda kaç gemi kaybediyorsunuz çalkantılı denizlerde; içinde sanat eseri ve sanatçı dolu olan?..
Yahut, neden kızıyorsunuz;
Vermediğiniz ödülleri veriyorlar diye, esirgediğiniz takdirleri takdim ediyorlar diye… Haftalık, aylık, yıllık ve belki de ömürlük harcama listelerinize hiç girmemiş payları ayırıp, sanat eseri ve sanatçıya ulaştırıyorlar diye neden kızıyorsunuz?..
Haçlı seferlerinin yapamadıklarını “sanat seferleri ve sanatçı neferleri” ile yapıyorsa/yaptırıyorsa birileri… Sadece bir “Gece yarısı ekspresi” filmiyle ülkenin itibarını paralayıp, otuz kırk yıllık turizm girdisini deliyorsa adamlar… Ve gece yarısı ekspresleri bir yana; nüfus kağıdında adı ve kanı Türk yazan bazı “makinistlerin” sürdüğü gündüz ortası ekspreslerine; kendi yarışma ve şenliklerinde büyük büyük ödüller ve tomar tomar paralar veriyor, ve yenilerini teşvik edip sipariş veriyorsa elin adamı?.. Ve bunun için, aramızdan bol miktarda “sanatçı” bulabiliyorsa;
Neden tepiniyorsunuz?..
Kivi fidanları için gübre, devekuşu yavruları için yem, sigara veya çikolata fabrikaları için aroma, esans hiç taşımasaydı bile gemiler yine devam ederdi hayatımız…
Peki ya yüzmeyen/yüzemeyen/yüzdürülmeyen, veya ambargo konarak yüzmesine izin verilenler sanat gemileriyse…
…..
Toprağa tohum atmadan, fidan sokmadan… Kendi sanatımız olmadan yarınlarımız nasıl olacak?..
Ya da “kendi” kelimesi üzerinde artık düşünmek…
Ve dövünülecekse, işte bunun için dövünmek lazım!
Stop
Muammer Erkul
28 Nisan 2005 Perşembe