Sanat ve sanat ve sanat (!..) [31 Ağustos 2000 Perşembe]

Sanat ve sanat ve sanat (!..)

Biraz düşünmek gerek
…..
Banu hanım, kendisi için yapılan üçüncü şarkıyı ezberleyebilmiş, şimdi söylemeye hazırlanıyormuş… Bir şarkıyı bir defada söylemeye elbette nefesi yetmez, ama; montajlarla yamayacaklar gene nefes alışlarını ardarda… Ve klip mlip diye havuzbaşı görüntülerini dayayacaklar gene milletin önüne, besbelli…
Şarkının adı mı?.. Duymayan benden duymuş olmasın.
…..
“- Yihhuuu!..” Diye yırtınıyordur belki de şimdi birileri. Çünkü yeni bir klip demek; büyük sanatçımızın “sanatını büyük kılan” uzuvlarının, her nasılsa bugüne kadar hiç görememiş olduğumuz kısımlarının birazını daha göreceğiz demek, bu şarkıyla birlikte(!..)
…..
Olaya hepimiz şahidiz değil mi?..
Önce kuyuya bir taş düştü… Ardından gelen iki sene boyunca da bütün memleket bir oldu, çıkartamıyor iyi mi?
Enteresan olanı da ne, farkında mısınız?..
Hem onu (herkesin önünde açık açık alay etmek için) programlarına alanlar, hem kendisi, hem de izleyenlerden bir kısmı inanmaya başladı galiba onun (sıfasıtını yazarsam kalemim yanar) dünyanın en güzel kadını olduğuna!..
…..
Geçenlerde sordu yine biri, bu güzelliğini vurgulayarak;
“Memnun olmadığınız bir organınız var mı?..”
Memnun olduğu kirpiklerini kırpıştırdı, memnun olduğu gözlerini süzdü, memnun olduğu dudaklarıyla tebessüm edip, memnun olduğu dişlerini gösterdi… Memnun olduğu elini şöyle bir havada çevirip, memnun olduğu işaret parmağını memnun olduğu şakağına dayayıp;
“Bi düşüniyim!..” Dedi.
…..
Saat kaç?..
Bu vakitten sonra memnun olması veya olmaması önemini yitirdi be ustaa…

Dövün dizlerinizi
…..
Bir kaç nesil onun şarkı sözleri, onun melodileri, onun saçları ve bıyıkları, onun yüzükleri ve takıları, onun kıyafetleri, onun konserleri… Çocuklara, yaşı ilerlemiş olanlara yönelik ama herkesin takip ettiği televizyon programları ve belgesellerden oluşan “Barış Manço üslubu” ile büyüdü…
Barış Manço kendi insanına; kendi müziğine, kendi radyo ve televizyonuna, kendi kültürüne, kendi devletine çok şeyler verdi…
…..
Ve bir gün ölüverdi Barış Manço…
Unutmadık ve unutmadı onu hiç kimse… CD’lerini, kasetlerini hatta kartpostallarını satın aldık bir yıl boyunca… Bir yıl boyunca onun hatıralarını yaşadık ve vefatının sene-i devriyesi için anma törenleri, mevlid-i şerifler hazırladık…
…..
Sonra bir gün duyduk ki;
Barış Manço “misyon”unun neredeyse iskelesi, uçuş rampası denilebilecek olan piyano, “haciz memurları” tarafından kamyona yükleniyor!..
Vah vaaahhhh!
Dövün dizlerinizi…
…..
Bu piyano, üreticisi olan firma tarafından özel bir iltimasla Barış Manço’nun seçmesine izin verdiği piyanoydu… Birini beğenebilsin diye tam 500 piyanoyla istediği kadar yalnız bırakıldı sanatçımız. İşte, belki de kendisiyle 500 beste yapılmış olan, bir devre sembol olmuş olan “seçilmiş piyano” işte bu, hamalların sırtında inleye inleye, hatta ağlaya ağlaya giden piyanoydu!..
Vah vaahhh!
Dövün dizlerinizi…
…..
Piyanoyu kimin ve ne için haczettirdiği önemli değildir…
Bakanlığın duruma el koyması, bir bankanın borcu karşılaması ve piyanonun geri gelmesi de mühim değildir…
Mühim olan; kendisi de bir sanat eseri olup… Büyük bir sanatçının hemen hemen bütün eserlerinde ortağı-arkadaşı olan bir enstrümanın haciz düşüncesiyle birlikte ilk akla gelen mal olmasıdır!..
Vaahhh ki, ne vah…

Canlar acıyor
…..
Kendi resmî okullarında, şiirlerini ders diye okuttuğu üç şairinin İstanbul’un göbeğindeki “mezarlarını kaybetmiş olan” bir zihniyetten sanat adına fazla birşey beklememeye kararlıydım aslında…
Ama insanın canı acıyor biliyor musunuz;
İstanbul’un göbeğinde, aralarında Ahmet Haşim’in de bulunduğu üç şairimizin mezarının kayboluşuna…
…..
İnsanın canı acıyor biliyor musunuz;
İstanbul’un göbeğinde; “Dağlar Dağlar”ı, “Ben Bilirim”i, “Gülpembe”yi, “Sarı Çizmeli Mehmed Ağa”yı, “Karasevda”yı, “Ayağında Gümüş Halhal”ı, “Domates Biber Patlıcan”ı, “Kol Düğmeleri”ni, “İşte Hendek İşte Deve”yi, “Halil İbrahim Sofrası”nı ve (müzikten zerre kadar anlayanların bunun on mislini daha ilave edebilecekleri) pek çok şarkının ilk nağmelerini çıkarmış olan bir piyanonun “haczedilmek üzere akla gelen ilk mal” oluşuna…
…..
Ve insanın canı acıyor, biliyor musunuz;
Üçyüzaltmışbeş gün gündemimizi işgal altında tutabilmeleri için, üç şarkı ve üç parçalık bikininin yeterli olmasına…

——————————————————–

Sen de

Mavi panjurlu bir pencere aç aşka
Sonra, yağmurlara yasla düşlerini
Geceye dökülen bir mısra büyüt avuçlarında
Sakın konuşma, öylece kalsın güllerin sessizliği
Yıldızlar göz kırparken
Yalnız sandığın limanlara
Bir kibrit çakımı maviye boya geceyi
Yüreğinde büyüttüğün aşk tohumu çatladığında
Sen de öğreneceksin sevmeyi.

Recep Cem Çelebi


Stop
Muammer Erkul
31 Ağustos 2000 Perşembe

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir