Soğuk bir İstanbul günü, saat on bir suları, sabah… İmza gününüzün olduğunu bir gün önce Ekrem Abi’yle (Kaftan) hasbihâl ederken öğrenmiştim. Evet, saat birdeydi… On bir civarında Beylikdüzü’ne geldim, kitap standlarını dolaşmaya başladım… On iki oldu saat, ardından ‘yarım…’ Ve orada durdu sanki zaman, geçmek-tükenmek bilmedi. Birdeydi ya sizin imza gününüz, inat ediyordu, inatlaşıyordu benimle…
…Ve, işte karşımda siz… Başka bir deyişle senelerin getirdiği hasret birikimi. Kitabınızı imzalatmaya gelen ilk kişi, ilk hayranınız, ilk okuyucunuz… Sizden sıcacık bir merhaba, ve ardından gelişimle ilgili hoş ifadeler…
Kırmızı gömleğiniz zihnime o anda kazındı, altındaki siyah kadife pantolon ve içteki koyu gri boğazlı kazağınızla birlikte. Çantanız, tabii o da kırmızıydı; yani yürek renginde…
…Hatırlıyorum, "Alaaddin’in Cini" diye bir yazı yazmıştınız ve kalbimi o yazıyla çalmıştınız. O zamanlar resminiz yoktu köşemizde ve köşemizin altında Çetin diye bir zıpır vardı, sizin kaleminizden. Çekirge Çetin. Ne şirin şeydi o öyle…
…Ardından size müptela oluşum…
Her gün okula sizin yazınızı okumadan gitmiyor, bir aksilik olup da eğer okuyamadıysam, kendimi hiç iyi hissetmiyordum; insanlara küsüyor, kimseyle konuşmuyor, onları anlayamıyor ve kendimi anlatamıyordum…
…Köşemizde annemle ilgili bir yazım yayımlandığında sanki bütün Türkiye artık beni tanıyor hissine kapılmıştım. Anneme, küçük çocuklara has o masumiyetle: "Anne, anneee!.." diye koşmuş, yazıyı bir de ona okumuş, takdirini kazanmıştım. Hepsinden öte; köşemize benim de bir şey katmış olmam sevindirmişti beni…
…Ve çok sevdiğim rahmetli Ahmet Kabaklı hoca ile başlayan yaprak dökümü… Gidenler, gidenler, ve diğer gidenler… O kadar korktum ki siz de gideceksiniz diye… Aramızdan kaybolacaksınız diye ödüm koptu… Size bir şey olsa ne yapardık biz?..
…Muammer Abiciğim;
Mail adresim bu. İnşallah birlikte çekildiğimiz fotoğraflarımızı yollarsınız da, onu tam şurama, göğsüme, bir sadakat nişanı diye takarım…
Hayırlı günler, sevgiyle.
Salih Topcu (hani TÜYAP’ta karşılaştığınız o kara-kuru çocuk)
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü
-Biz gidemeyiz ki, Salih..
Gidemeyenleri bekleriz; hani, fırtınayı fark edip dönen tekneleri bekleyen iskeleler gibi…
Vapurlar gider bazen, gemiler gider, ama döner gelir sonunda çoğu!..
İskeleler; kendilerini bu toprağın malı, bu sahilin parçası bilir…
Onlar için gitmek yoktur ki; beklerler kar, yağmur, fırtına veya sıcak altında "biri gelirse" diye…
İskeleler gidemez, götürülür; ama hurda olunca…
…yani ömrü dolunca!..
Stop
Muammer Erkul
02 Kasım 2003 Pazar