Seyir Defteri – 24 Ocak 2008 Perşembe (Kurban, deri, kafasız uçan tavuk vs…)

 


Dün Bursa’dan Saliha Malhun aramış;
-Herkes Şehrin Kayıkçısı’nı konuşuyor, demişti…
Meğer, hakkımızda yazdığı yazı Milli Gazete’de yayınlanmış. Bir tane alıp hatıra olarak saklamamı istedi… Gazete bulabileceğim bir yerde değilim ya, üç beş kişiyi aradım. Bir saat kadar sonra babam buldum, dedi ama görmem saat geç olmuştu…

Arabasız olduğum için, bugün de babam gelinceye kadar hiç gazete görmedim. Akşam vakti, koltuğunun altında birçok gazeteyle geldi. Ben bütün gün bilgisayarın başındaydım.
-Hiçbir şey yapmadın mı, diye sordu.
-Yaptım, dedim. Deriyi kaldırıp duvara bağladım. Masanın üzerinde tahtası ıslaktı, sanırım böyle kurur…
Kurban Bayramında gene ikimiz buralardaydık. Önce babamın kurbanlığını onun bahçesine getirdik; babam kesti, ben soydum… Eskiden ben babama yardım ederdim, şimdi ise babam bana yardım ediyor, kendi işlerini böyle yaptırıyor!

Bunları söyleyince şaşırıyor insanlar;
-Ayyh, vahşîii, hiç bakamam!..
-Yerken bakarsın ama!
Veya daha gerçekçi hayretler:
-Yapma yaa, sen mi kestin koca koçu, sen mi soydun?!..
Yok, ben kesmedim, kendi koçunu babam kesti ama ben soydum…
Ben, çocukluğumdan beri kurbanlıkları gördüm, babama hep yardım ettim… Babam da hemen hemen kendi çocukluğundan beri kurban kesermiş.
15 sene kadar olmuştur, bir bayram günü kendi bahçesinde;
-Artık kendi kurbanlığını kendin kesmenin zamanı geldi, demişti…
Garip bir his, ama bu iş başka şeylere benzemiyor. Oluyor yani… Zaten kurban olacak hayvan sanki kendi geçmek istiyor o "kapı"dan, sana kolaylık gösteriyor!

 

Kurbanlık ile diğerleri arasındaki farkı anlatayım mı?
Üç dört ay önce bir tavuk kesmem icabetti, ilk defa… Bıçağı filan hazırladım, beyaz bir besi tavuğuydu, aldım sevdim, elimden bir şeyler yedi. Sonra gidip ıhlamur fidanının dibine yatırdım. Sağ ayağım ile ayaklarını, sol ayağım ile kanatlarını bastırdım ve besmele çekip biraz heyecan içinde tık, uçurdum kafasını!..
Kanı aktı, öldü, bıraktım…
Bir fatırtı duydum…
Bir dönüp baktım ki; ta-vuk ha-va-da!..
Yemin size!..
Kafa bir yanda ağzı açık duruyor, ama tavuk, kafasız halde; göğüs hizamda kanatlarını çırpıyor, düşünce ayaklarıyla zıplıyor… Çok acayip bir manzara…
İşte o an aklıma, meşhur “kahramanlık” türküsü geldi:
-Keeelle kooltuğundaa üç güün saavaaştıı…
Aaallah Allah deyip….
..kaçar Muammer, oooy ooy!..
Anam, kim tutar artık beni!..
…..
Meğer tavuk kesince hemen bırakılmazmış;
her halde keseni kovalamasın diye!..

 

Ne anlatıyordum ben?..
Deriyi…
Babamın kurban derisini de, kapıya benzer uyduruk birkaç tahtayı kuvvetlendirerek üzerine çakmıştık, iyice gerdirerek… Fakat masaya benzer bir şeyin üstünde yatıyordu ne zamandır… Tuzlar erimiş, üstü ıslak duruyordu…
Çok çalışıp; omuzum, boynum filan tutulunca, hareket olsun diye bahçeye çıkmıştım…
Yahu ben burayı seviyorum, şehirden uzak kalmak bazen çok güzel oluyor; hiç suni yem yemeyen şu tavukların yumurtalarının sarısı bile, hani öyle veremli hasta benzi sarısı gibi değil de Malatya kayısısı hatta mandalina turuncusu renginde…

 

-İyi yapmışsın!..
Babadan “aferin” almak ta iyi oluyor hani. Ama öyle sırıtmadım hemen, içimden sevindim…
Bu arada gazeteyi karıştırıyordum ki, a!.. Aaa yani!..
Ben küçük bir köşe veya üç beş satır laf beklerken, baktım ki, sanki Milli Gazete’nin kültür sanat sayfası bu fakîre ayrılmış!
Boydan boya, sayfanın çoğunda; “Şehrin kayıkçısı”nı anlatıyor… Ve koca koca resimler, birer karış boyunda. Elimdeyse yeni kitabım Aşk-ı Mevlâna… Kendimi “artis” filan gibi hissettim…
Nedir bu şehrin kayıkçısı, merak edenler var mı?
Onu da Milli Gazete’nin 23 Ocak 2008 günkü arşivinden veya www.sanatalemi.net adresindeki köşe yazısından okuyabilirsiniz…

 

 

4 yorum

  1. Ablam tavuk kesip kesemeyeceğimi sordu. O zamanlar yaşımda genç.Keserim dedim erkekliğe toz kondurmadım.Ayak ve kanatlarına basarak;’Ya allah, bismillah deyip sürttüm bıçağı…Kan fışkırınca horozdan bir anda bırakıverdim…Birde ne göreyim; horoz kalktı ayağa ve başladı koşmaya…Ben bir yandan horoza, bir yandan da elimde hala duran kafasına bakakaldım. Ve şöyle seslendim arkasından; Hey…Kafan ben de kaldı…Sonra az ilerdeki duvara çarparak can verdi hayvancağız!…

  2. Çok tatlı hatıralar, kaleminize sağlık. 🙂

  3. bu hikayeler güzel hikayeler… içten tebessümler gelip oturuveriyor yüzümüze… 🙂

  4. Ben de koyun keseceğim ama…
    Endişeliyim… Ya o da tavuk gibi ayağa kalkar, kafası bir yandan meler, ayakları bir yandan kaçarsa… Ayrıca tavuk ufak hayva; bahçede bi tur atıp geri geliyor… Koyun kalkarsa kim tutar onu…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir