İstanbul bir tuhaftı bugün…
Karadeniz yönünden kar geliyor, Marmara tarafında güneş parlıyor…
Denizin suyu ise şimdi zeytin yeşili, az sonra şişe dibi mavisi… Gökyüzü; bir beyaz, bir mavi, bir gri…
Üç gündür böyle.
Pencere önündeyim. Güneşe bakıyorum. Biri birleriyle kovalamaca oynayan birkaç kar tanesi, gözümün önünden geçerken bana göz kırpıyor…
Gene kimse görmüyor bunu benden başka!
Neden ben kimselerin görmediği şeyleri görüp dururum ve bu resmin ardından yürürüm bunca zamandır?
Bir toy çocuk, önüne konmuş olan “hayatının fırsatıyla” karşı karşıyaydı bir zamanlar… Hadi yaz bakalım, denmişti ona…
Yazdım!
Yazmak nedir biliyor musunuz?
Yazmak, hayal kurmaktır!
Yazmak; önce, bir kendi gerçeğinin var olması ve sonra bu gerçeğin başkalarıyla paylaşılması ve ardından buna birilerinin sahip çıkmasıdır!
Okur, ilk önce “Ben senin de canına okurum” bakışıyla bakar, yeni gördüğü imzaya!
Haklıdır da, çünkü bilmiyordur onun kim olduğunu; niyetini, nerden gelip nereye gittiğini, kendisinden ne almak ve kendine ne vermek istediğini…
Alacakaranlıkta kapıyı çalmış bir yabancı gibidir her yeni yazar; ve kapını her çalanı tedbirsizce kucaklamak, faydadan çok zarar getirebilir!..
Yazmak hayal kurmaktır ve yazmak uzaklara bakmaktır, dedik ya demin…
Ben, sizi görmüştüm sanırım, bir zamanlar şöööyle uzaklara baktığımda ve sizler de beni görmüştünüz; oradan, şuradan, buradan, bir yerlerden…
Sanıyorum ki işte burada bunun için buluştuk!
Neredeyse her caddesinde birkaç iş makinesi ve kar temizleme araçlarının beklediği İstanbul, ilginç günlerinden bazılarını yaşadı… Tam teyakkuz! Fakat beklenen, korkulan, tedbirler alınan kar yağmadı ve zaten soğuk bile 1 derecenin altına inmedi…
Fakat mavi gök ile penceremin arasında, kovalaşan iri kar taneleri göz kırptılar hep bana…
Ve aklıma neleri getirdiler!..
Pupa yelken giden bir gemi var aklımda…
Ne zaman gözelerimi yumsam… Ne zaman uzaklara dalsam hep o geliyor… Yelkenleri rüzgâr içmiş… Kar, sis, yağmur, güneş… Kanatları ıslansa da, çekilse de, nemlense de ya da rüzgar alıp, güneşe doğru yürüse de… o gemi… giden son gemi değil belki ama, herkes bu gemiye muhtaç… Bu ümit gemisine… Gelen son gemiye… Şen rüzgârlarımız olsun…
‘Kim demiş zemherirde, ılık bir behar olmaz…'(S.E-928)